17 Ağustos Marmara Depreminin üzerinden 24 yıl geçti. Resmi verilere göre, 7.4 büyüklündeki depremde 18 bin 373 kişi yaşamını yitirdi, 48 bin 901 kişi yaralandı. Yakın tarifte Kahramanmaraş’ta meydana gelen ve 11 ili etkileyen depremlerin üzerinden ise 6 ay geçti. Resmi açıklamalara göre depremde 50 bin 500 kişinin yaşamını yitirdiği söylenirken bağımsız araştırmacılar bu sayının çok daha fazla olduğunu vurguluyor. Her iki depremde de dönemin iktidarları suçlarını örtmek için yaşanılanları “Felaket” “Asrın Felaketi” kelimeleriyle tanımlıyor. Oysa bizler; imar affı kanunlarını çıkartan yasa yapıcıları, inşaatlardan malzeme kaçıran müteahhitleri tanıyoruz. Depreme dayanıksız binaları imar affı kapsamına alıp “halkımızın sorunlarını çözdük” diyen Cumhurbaşkanını da.
İktidar, depremzedelerin sorunlarını değil bölgede inşaat ve üretim yapacak sermaye gruplarının çıkarlarını gözetmeye devam ediyor. Depremzedelere yapılan ufak tefek maddi yardımlarla sorunlar çözülmüş gibi davranılıyor. Oysa binlerce depremzede hala konteynır bekliyor. Hatay’da su sorunu devam ediyor. Depremzedeler hak talep ettiklerinde ise karşısına dikilen jandarmayla ve hala sonsuz sorunla yalnız başına cebelleşiyor. Yaşanılanları unutmamak ve tarihe not düşmek adına, Marmara Depreminin yıl dönüm haftasında Kahramanmaraş depremlerinde yaşanan ihmalleri bir dosyada derledik. İlk yazımızda deprem bölgesindeki enkazlardan çıkan asbestin zararlarından ve yönetilemeyen enkaz kaldırma sürecinden bahsettik. Uzmanlara asbestin zararlarını, depremzedelere enkaz kaldırma süreçlerini sorduk ve yanıtlarını aşağıda derledik.
İhmaller var
Asbest Söküm Uzmanları Derneği Başkanı Mehmet Şeyhmus Ensari, asbestin 1990 öncesinde yapılan binalarda kullanıldığını söyledi. Asbestin çok zararlı olduğunu belirten Ensari, “Eskiden binalarda ısınmayı kolaylaştırdığı ve aşınmaya dayanıklı olduğu için asbest kullanılırdı. Zararları öğrenildikten sonra asbest ülkemizde 2010 yılında yasaklandı” dedi. Bu binaların kontrollü yıkılması gerektiğini kaydeden Ensari, “Binalar iki şekilde yıkılır. Birincisi, kentsel dönüşümdür. Bir binayı yıkıp yenisini yaparsınız. Bu tip yıkımlarda binalardaki zararlı kimyasallar temizlenir sonra yıkım yapılır. İkincisi ise ani olan yıkımdır. Örneğin depremde oluşan yıkım gibi. Bu durumda bizim bu tehlikeli maddeleri temizleme imkânımız yok. Deprem bölgesinde yıkılan birçok binanın içinde asbest ve birçok kimyasal var. Artık o bütün molozlar birbirlerine kontamine oldu” ifadelerini kullandı. Depremden sonra enkaz kaldırma çalışmalarında büyük ihmallerin yaşandığını belirten Ensari şunları kaydetti:
“Depremle birlikte binaların içindeki kimyasal maddeler tepkimeye girdi. Tepkimeye giren kimyasalları toz şeklinde gördük. Bu tozlar masum değil. Enkaz kaldırma çalışmalarındaki ihmaller de kamu sağlığını tehdit ediyor. Bu tozlardan dolayı uzun vadede depremde kaybettiğimiz insanlardan daha fazla insan kaybedeceğiz. Tehlikeli maddeler tepkimeye girdi. Deprem bölgesindeki bütün enkazlar yüksek oranda kanserojen. Bu kanserojen enkazların çok iyi sulanarak kaldırılması gerekiliyordu. Bu kanserojen molozlar sulansın ki tozlarla havaya karışmasın. Ancak enkaz kaldırma çalışmaları böyle yürütülmedi. Yaşam alanlarından uzak bir yere götürülmesi gerekilen bu kanserojen kalıntılar çadır kentlerin yakınlarına götürüldü. Bu enkazların yaşam alanlarına yakın olması, yer altı sularına karışması çok tehlikeli”
Deprem bölgesindeki olan herkes kayıt altına alınmalıydı
Kanserojen olan bu enkazların, tozların ilerleyen zamanlarda hastalıklara1 sebep olabileceğini vurgulayan Ensari, “Depremzedeler, enkaz kaldırmada çalışması yapan kepçe operatörleri, bölgedeki işçiler, görevlilerin kayıt altına alınması gerekiyordu. Ancak alınmadılar. Çünkü bu insanlar yıllar sonra hastalık belirtisi gösterebilir. Bu insanlar kayıt altına alınsın ve bir hakları olsun. Bunlar kayıt altına alınmazsa ‘Sen bu hastalığı başka bir sebepten almışsın’ denilebilir. Bu hastalıklar ortaya çıkmak için bir süre ister. Bu hastalıkların oluşması için bir süreç gerekir. Deprem bölgelerindeki 5-10 yaşındaki çocuklar bu tozlar yüzünden 30’lu yaşlarda hayatlarını kaybedebilir. Orada bir afet var ama afet sonrasında ikinci bir felaket geliyor. Uzun vadede depremde kaybettiğimiz insanlardan daha fazla insan kaybedeceğiz” İfadelerini kullandı.
Asbest ciddi solunum yolu hastalıklarına sebep oluyor
Türk Toraks Derneği Meslek Hastalıkları Çalışma Grubu üyesi Prof. Dr. Peri Meram Arbak da asbestin yarattığı sağlık sorunlarından bahsetti. Asbestin uzun vadede sağlık sorunu yarattığını belirten Arbak, “Asbestin en önemli zararı kanser oluşumuna yol açmasıdır. Akciğer zarı kanserinden, akciğer kanserine, gırtlak kanserine, karın zarı kanserine sebep olur. Bu hastalıkların tedavisi çok zordur ve nihayetinde ölüme yol açar. Kanser dışında akciğerlerde toz hastalığı veya pnömokonyoz olarak bilinen sertleşmeye ve sonuçta ilerleyici akciğer hastalığı ve solunum yetmezliğine yol açar” dedi. Tarihte de asbestten birçok insanın sağlık sorunu yaşadığını belirten Arbak, şunları kaydetti:
“Akciğerleri saran zarlarda sıvı toplanması, zarların kalınlaşması ve kireçlenmesi de sık gözlenen diğer tablolardır. Bu tablolar en az 100 yıl önce Güney Afrika’da asbest madenlerinde çalışan işçilerde ve onların iş giysilerine bulaşmış asbest tozlarını soluyan aile üyelerinde görülmüştür. Cilde temas, gıda ile alınımı, asbestli su borularından su içme gibi yollarla hastalık yaptığına dair veri yoktur. Anadolu’da pekmez içine katıldığı bilinen doğal asbestin gene sindirim yoluyla girdiğinde zarara yol açtığı kanıtlanmamıştır. Ancak Nevşehir Tuzköy’de çevresel asbeste yıllarca maruz kalan bölge halkında hem akciğer kanserleri, hem akciğer zarı hem de karın zarı kanserleri görüldüğü bilinmektedir.”
Asbest gıda yoluyla değil solunum yoluyla bulaşıyor
Depremden 13 milyon kişinin etkilendiğini belirten Arbak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yıkılan binalardaki asbest kullanımına ilişkin dokümanlarımız bulunmadığından her enkazda asbest riski var olarak kabul etmek gerekir. Deprem bölgesinde depremzedeler, kurtarma elemanları, enkaz kaldıranlar en fazla olmak üzere çok sayıda birey risk altında. Çalışma Bakanlığı’nın asbest için limit değeri şöyle özetlenmiştir; ‘Lif konsantrasyonu 0,8 lif/cm3 olan bir çalışma ortamında, eğer konsantrasyon mühendislik önlemleri ile düşürülemiyorsa, maruziyet değeri çalışma süresinin 1 saate çekilmesi yoluyla düşürülebilir. Diğer bir deyişle, 0,8 lif/cm3 konsantrasyon bulunan bir çalışma ortamında kişinin en fazla 1 saat çalışmasına izin verilebilir’. Enkaz kaldırma sırasında havadaki asbest değerleri devletin hızlı refleksiyle mutlaka ölçülmeli ve halen sağlıklı olan çalışanların, bölge halkının korunmasını sağlamak için önlemler alınmalıydı. Halen de bu önlemler alınabilir. Enkazlarda en pratik uygulama enkazın ıslatılarak kaldırılmasıdır. Temel amaç enkaz tozunun atmosfere karışarak asbest liflerinin insanlar ve hayvanlar tarafından solunmasını önlemektir. Depolamada da yerleşkelerden ve özellikle de çocukların ulaşımından uzakta nihai kapalı depolara aktarılana kadar asbestli atıkların plastik ambalajlarla kaplanmasıdır. Uzun vadede, 30-40 yıl sonra öncelikle arama kurtarma ve enkaz kaldırma ekiplerinde olmak üzere, bölge halkında da olası kanser vakalarına ilişkin endişe duyulabilir. Bu çıkarım asbest üzerine yapılan yayınların sonuçlarına dayanmaktadır. Asbest kullanımının yasaklandığı ülkelerde asbeste bağlı kanserlerin azalmaya başladığı gözlenmiştir”
Enkazlar çadır kentlerin yakınına döküldü
Hatay Samandağ’da yaşayan depremzede E.E, Bölgede 10 bine yakın binanın enkaza döndüğünü söyledi. Bölgenin çok kötü durumda olduğunu belirten E.E, “Birçok bina ağır hasarlı ve yıkılacak listesinde. İtiraz edilmeyen ağır hasarlı bina sayısı 4 bin 465. Benim bulunduğum bölgede bütün enkazlar kaldırılmadı. Hala kaldırılmayan enkazlar var” dedi. Kaldırılan enkazların ise kontrolsüz bir şekilde kaldırıldığını belirten E.E şunları ifade etti:
“Samandağ ilçesindeki enkazlar Yeşilköy, Uzunbağ ve Deniz Mahallesi’nde belirlenen döküm arazilerine getiriliyor. Demir sökme işlemleri de bu döküm arazilerinde yapılıyor. Yeşilköy’deki arazi insanların yaşam alanlarının ortasında bir alan. Samandağ’da çadır kentlere oranda evinin yakınına, bahçesine çadır kurma oranı daha fazla. Bu yüzden çadır kent olmasa da aslında Yeşilköy halkının deprem sonrası yaşam alanlarının da ortasında. Deniz Mahallesi’nde dökülen ve şu an kocaman bir dağdan oluşan ve döküme devam edebilmek için molozdan moloz için yol yapılan döküm arazisi doğrudan devletin kurduğu 1000 çadırlık çadır kentin yanında. Şu an çadırkent tepkiler sebebiyle taşınmak üzere. Aşamalı olarak sökülüyor ancak aylardır insanlar orada yaşadılar. Bunun dışında bu alan tam olarak insanların sürekli sosyalleştiği, ikinci çarşı sayılan bir bölgede. Beş tane okulun karşısında ve tam olarak deniz kenarında, kuş cenneti, caretta carettaların üreme alanı ve aynı zamanda sit alanı olan bir bölgede.”
Ölüme terk ettikleri insanlara saldırdılar
Enkazların çadır kentin yakınına getirilmesinin ardından eyleme katılan E.E sözlerini şöyle sürdürdü:
“Depremde bizi ölüme terk ettikleri bir de bize saldırdı, komşularımızı yerlerde sürükledi. Biz sadece Bakanlığın yönergelerine uyuşmayan, hiçbir filtreleme sistemi yapılmadan yaşam alanlarımızın tam ortasına dökülen molozdan zehirlenmek istemedik. Bahçemiz, toprağımız çürüsün istemedik. Bir de bununla sınanmak istemedik. Buna tepki gösterdik. Herkesin de bırak karşısında olmayı, bu haklı tepkinin yanında olması gerekirdi. Bu enkazlar şu an metrelerce yükseklikte moloz dağlarına dönmüş durumda. Ailemizin, komşularımızın, arkadaşlarımızın altında kaldığı enkazlar şimdi bize zehir olarak geri dönüyor, kalanlarımızın da canını tehlikeye atıyor. Sadece bizim değil, toprağımızı, mahsullerimizi, hayvanlarımızı, denizimizi de zehirliyor. Gerekli önlemler uyulsun, Bakanlık kendi yönergelerin ihale verdiği hafriyat şirketlerine uygulatsın, hali hazırda dökülen molozlar da dahil olmak üzere bu enkaz düzgünce yapılacak bir filtreleme sistemi ile beraber yaşam alanlarından uzak arazilere taşınsın istiyoruz.”
(Gençlik Haber Merkezi)
- İkiz kulelere yapılan saldırı sonrası asbest, dioksin ve diğer kanser yapıcı maddeler havaya karıştı. İlk etkilenenler ise olay yerine ilk ulaşan itfaiyeciler ve müdahale ekipleri ile aylarca süren temizliğe katılan gönüllülerdi. Yapılan çalışmalar bu kişilerin kansere ve kardiyovasküler hastalıklara yakalanma riskinin arttığını ortaya koydu. Dünya Ticaret Merkezi Sağlık Programı 10 bin kişiye kanser teşhisi koydu. 2019 Haziran’ı itibarıyla ise olay yerine ilk ulaşanlardan olmayan 21 bin kişi programda yer aldı. Bunların neredeyse 4 binine kanser teşhisi konuldu. En fazla görülen kanser türleri ise prostat, meme ve deri kanseri. ↩︎