Depremin 1. ayına dair açıklamalarımız

Depremin 10. Gününe dair açıklamamız:

6 şubat tarihinde Kahramanmaraş merkezli yaşanan 7.6 ve 7.7 şiddetli 10 ili etkileyen ardarda iki depremin ardından 10 gün geçti. Son resmi açıklamalara göre Suriye’de 5.810, Türkiye’de 36.187 insanımız yaşamını yitirdi. Onbinlercesi enkaz altında kaldı. Milyonlarca insanın evi yıkıldı, şehirler artık kullanılmaz halde.

Hükümet, depremi “Asrın felaketi” olarak duyurdu. Kendi suçlarını örtbas etmek için propaganda videoları hazırladı. Enkaz altında kurtarılmayı bekleyen, yaşam savaşı veren on binlerce insan varken, milyonlarca insan soğukta ölmemeyi dilerken canhıraş “suçlu biz değiliz, bu deprem önlenemezdi” söylemiyle deprem bölgesine harcamadıkları kaynakları harcadılar, yalnızca halk düşmanlarının yapabileceği tarzda bir propaganda faaliyeti yürüttüler, buna karşı çıkanlara da “siyaset yapmayın, gün birlik günü” mavalları okuyorlar.

İmar affı kanunlarını çıkartan yasa yapıcıları, inşaatlardan malzeme kaçıran müteahhitleri tanıyoruz. Depreme dayanıksız binaları imar affı kapsamına alıp “halkımızın sorunlarını çözdük” diyen Cumhurbaşkanını da.

Halka sundukları seçenekler “imar affından yararlanacaksınız ancak depreme dayanıksız evlerde ölmeyi bekleyeceksiniz” ile “depreme dayanıklı evlere geçip karşılayamayacağınız yüklerde paraları harcamak zorunda kalacaksınız” olmuştu. Yoksul halkımız elbette ilkini seçmek zorunda kaldı. Halka iki seçenek de ölüm, patronlar içinse ikisi de keyif, rahatlama, zenginlikti. Halkımız daha geç ölümü tercih etti ve o geç ölüm şimdi geldi.

Üçüncü bir seçeneği, “depreme dayanıklı evleri yapmak ve bu sorunu halk yararına çözmek için kamu kaynaklarını kullanmak, gerekirse zenginlerin mülklerini toplumsallaştırmak, insanlar erken veya geç, yoksulluktan veya depremden ölmesin diye ne gerekiyorsa onu yapmak” seçeneğini yaratamamış olmak bizim suçumuzdur, bu suçun sorumluluğunu alıyor, bütün emekçi halkımızdan özür diliyoruz.

İmar barışlarından ise elbette malzemeden çalan, halka kağıttan binalar dağıtıp ekstra kar elde eden müteahhitler, patronlar, “büyükler” faydalandı. Onlar çıkarlarının gayet farkında.

Bugün o geç ölüm geldi. On binlerce kardeşimiz öldü, yüzbinleri yaralandı, milyonlarcası evsiz, yurtsuz, soğukta yatıyorlar.

Hükümet evsiz kalan milyonlarca depremzedenin sorununu çözmek için gene “akıllıca” bir fikirle geldi. “Halkın başka bir kesimini evsiz bırakalım.”

Sermaye devletinin kafası böyle çalışır. Barınma sorunu çözülmez, ötelenir. Diğer bütün gerçek sorunlarımız çözülmediği gibi.

O esnada oteller, boş evler yaklaşık 8-9 milyon insanı “rahatça” barındırabilirken, 800.000 kapasiteli kyk yurtarı, öğrenciler kovularak boşaltılıyor, yerlerine sağlıklı bir ortama ihtiyaç duyan depremzedeler “sıkıştırılıyor.”

Halka sunulan yine iki kötü seçenek var: “ya depremzedeler evsiz kalacak” ya da “öğrenciler aile evlerine gönderilecek, aile evine gidemeyenler ne yaparsa yapacak.” Bugün gene toplumsal olarak “neden öğrencilerin ve depremzedelerin evsizliği arasında seçim yapalım? Oteller, boş evler var.” seçeneği gündemde değilse, sadece cılız marjinal, ‘gerçekçi olmayan’ bir ses, tarihten gelen bir yankı olarak kaldıysa bizim suçumuzdur, bunun da sorumluluğunu alıyoruz. Yenilginin bahanesi olmaz.

Ama yılgınlık yok! Bunları yapamamış olmak, yapamayacak olduğumuzu göstermez. 1 haftadır, deprem bölgelerinde devlet yokken, onun bütün engellemelerine rağmen süregelen toplumsal dayanışma bize büyük bir umut veriyor. Deprem bölgesinde çalışan bizim de dahil olduğumuz gönüllü inisiyatifler, örgütlü olsun örgütsüz olsun tüm yurda yayılan dayanışma kampanyaları, ülkenin öbür ucundan Maraş’a Hatay’a çıkan tırlar, kamyonlar, yollar karla kaplıyken Kars’tan yaya yola çıkıp depremzedelere ekmek götürenler, Soma’dan gelip AFAD’ın kurtaramadığı insanları enkazdan kurtaran madenciler ve daha milyonlarcası, bu toplumda bir dayanışma ruhunun baki kaldığını, yalnızca bunun örgütlü bir hale evrilmesi gerektiğini bize gösteriyor.

Bir tarafta da bütün “ihtişamıyla” Devlet. Tüm bu dayanışma sürerken onu engellemek niyetiyle, Twitter’ı, Whatsapp’ı kısıtlıyor. Bütün imkanlarına rağmen hızla tahliye gerçekleştirip oraları hemen ranta açma niyetiyle bölgeye çadır göndermiyor, Kızılay’ın konteyner fabrikası bomboş duruyor. Devlet destekli faşist provakötörler halkı azınlıklara ve temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan depremzedelere karşı kışkırtıyor.

İktidar, AFAD ve ana akım medya öncülüğünde gerçekleşen ortak yayınla toplam maddi hasarın 1.5 Trilyon TL olmasına, ölülerimizin, yaralılarımızın, yıkılan kentlerimizin, kaybolan kültürlerimizin paha biçilemez olmasına rağmen 100 Milyar TL toplayıp bunu halka ‘işte birlik beraberlik, Türkiye tek yürek’ diye pazarlıyorlar. Hadi oradan, ‘bağış yapan büyük patronlar, devlet yetkilileri, Cumhurbaşkanı halktan çaldıklarının zekatını verse en azından maddi hasar çoktan karşılanırdı. 3 Milyar TL bağış yapan Cengiz Holding ise şu sıralar resmi kararlarla devletten teşvik almaya devam ediyor. Öbür yandan Kazdağlarındaki maden çalışmaları için 3 köyü haritadan silecek, 50 köyün suyunu çekecek projeleri devletten talep ediyor. Patronlar herhalde bizimle dalga geçiyor. Kimin parasını kime veriyorsun mösyö burjuvazi?

İşte taraflar bu kadar net, çatışma bu kadar basit. Patron destekli devlet ve faşist provakatörler ile, emekçi halk.

Biz bölgede çalışmaya, halkın yaralarını sarmaya, yurt çapında toplanan eşyaları onlara ulaştırmaya, onlara destek olmaya, madencilerle birlikte enkazdan can kurtarmaya çalışmaya devam edeceğiz ama bir yandan da patronların üç kuruşluk bağışlarına kanmadan onlardan bu katliamın hesabını soracağız. Devletten bu yıkımın hesabını soracağız. Faşist provakötörlerden halkın dayanışmasını baltalama girişimleri için hesap soracağız. Halkı katledenlere, soyanlara karşı güçlü bir emekçi hareketini, kitlesel, organize, hızlı bir hareketi bugün Maraş Elbistan’dan kurmaya başlama zorunluluğumuz var. Biz bu görevi üstleniyoruz, yapacağımız hataların sorumluluğunu alıyoruz.

Bu yolda hepimize kolay gelsin, ayağımıza taş değmesin.

Depremin 2. Haftasına dair açıklamamız:

Kahramanmaraş’ta gerçekleşen üst üste iki depremin ardından iki hafta geçti. Dün de, Hatay Samandağ merkezli 6.4’lük bir deprem oldu. Devlet çadır göndermediğinden soğukta donmamak için hasarlı evlerine girmek zorunda kalan insanlar enkaz altında kaldı. Çilemiz bitmiyor, devlet çilemizi büyütüyor.

Türkiye’de resmi rakamlara göre 42.310, Suriye’de 6.680 insan yaşamını yitirdi. 122.500 insan yaralı. Milyonlarcası hayatta kalmaya çalışıyor, çadır bekliyor, şehir değiştiriyor, taşınmaya çabalıyor.

Devlet tüm imkanlarına rağmen çadır göndermediği, konteyner kurmadığı için insanlar yaşadıkları kentleri, hatıralarını, evlerini, mahallelerini, kültürlerini terk edip Mersin, Ankara, İstanbul gibi kentlere göç ediyor.

Bu kentlerde ya KYK yurtlarına sığınıyorlar, ya da ev arıyorlar. Yurtlarda yaşamaya başlayanların sorunları büyük. KYk müdürlerinin keyfi kararlarıyla su verilmeyen, videoları çekilip servis edilen, kapıları kilitlenen depremzedeler, atılırız korkusuyla sesini çıkaramıyor.

Ev arayanlar da fahiş fiyatlarla karşılaşıyorlar. Yüce arz-talep işleyiş yasası işliyor. Depremzedelerin bir anda kentlere göçüyle, ev sahipleri ev kiralarını arttırıyor. Bu, anlatıldığı gibi “fırsatçılık” değildir. Öyle adlandırsak bile bu istisna değildir. İçinde yaşadığımız düzenin temel eğilimi budur. Bunu durdurmak için “tek tek” fırsatçılarla mücadele edilmez, bu işleyişin komple yıkılması ve yerine toplum yararına oluşacak bir düzenin geçmesi gerekiyor. Çünkü depremde yıkılan evleri yapan müteahhitler, bunu imzalayan mühendisler bu yasaya göre hareket ettiler. 40 bin insan bundan dolayı öldü. Devlet, bu patronların devleti olduğu için buna müdahele edilmedi, hala da edilmiyor. Bizim mücadelemiz bu halk düşmanı sonuçlara yol açan sebebi yıkmakla ilgili. Sonuçlarını yontmakla iş düzelmeyecek.

Bezirgan başkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu temel gerçeklerden gözleri kaçırmak için halka küfürler savuruyor. “Kızılay nerede?” diye soran insanlara “namussuz, adi, şerefsiz” diyor. Özrü kabahatinden büyük: Kızılay 2.5 milyon insana yemek veriyormuş. Bölgede yaşayan 13.5 milyon insan var. Daha doğrusu vardı, yalnızca 2.5 milyonununa yetişebilince (!) geri kalanı şehri boşaltıyor.

Samandağ, İskenderun, Elbistan, Malatya’da bulunan arkadaşlarımız ve bizim gibi deprem bölgesinde bulunan örgütler, sendikalar, dernekler ve sivil toplum kuruluşları, devletin yapmadığını yapmaya, halkla dayanışmaya, yetmeye çalışıyor. Bu büyük dayanışma ruhunu kitlesel, organize, hızlı ve meşru bir güce dönüştürdüğümüzde devlete ihtiyaç duymadığımız, onun bize gölge etmediği, halkın kendi kendini kurtardığı, kendi yolunu çizdiği; patronsuz, bezirgansız demokratik ve toplumcu bir yaşamı kurabileceğiz. Bütün mücadelemiz bunun içindir, Elbistan’daki enkazdan bu organizasyonu çıkarmamız gereklidir. Dün ağır aksak başladığımız bu işi hızlanarak devam ettiriyoruz. Geçen sefer de söylediğimiz gibi, bu sorumluluğu alıyoruz.

Bunun yolu, sabah akşam demeden ve deprem bölgelerini “İşimiz bitti.” deyip terk etmeden bütün yaşamımızı buna odak etmekten geçiyor. Seçim tartışmaları, dar hukuki tartışmalar, “Bu ne bilimsizlik!” tarzı çıkışlarla değil; bu seçimin de hukukun da bilimin de bezirganların elinde olduğu sürece halkın yararına kullanılmayacağını anlayan bir bilinç ile duraksamaksızın halkı organize etmeye, onların kendi devletini kurması için onlara yardım etmeye devam edeceğiz.

Elbistan’ı da, İskenderun’u da, Samandağ’ı da, Malatya’yı da terk etmiyoruz.

Bu boynumuzun borcu değil kurtuluşun tek yoludur!

Depremin 3. Haftasına dair açıklamamız:

Gideceksin Recep! Hepiniz gideceksiniz!

  1. haftadayız. Türkiye ve Suriye’de resmi rakamlara göre toplam 51.134 insan yaşamını yitirdi. 20 Şubat’da Hatay’da, dün de Malatya’da büyük depremler gerçekleşti. Devletin çadır vermediği insanlar hasarlı evlerine girdiler. Öldüler, yaralandılar. Çarkların dönmesi için çalıştırılmaya devam eden işçiler göçük altında kaldı.

Bundan 1 ay önce, böyle bir kabusu hayal dahi edemezdik. Ancak tespit edebilirdik. Deprem bölgesi olduğunu bildiğimiz, her an bir deprem olabileceği tekrar tekrar söylenen bu 11 ilde bu kadar depreme dayanıksız bina ve işyeri varken, aslında sonuç çok da şaşırtıcı değil. Belki en çok şaşırtıcı olan, devletin bu kadar atıl kalması, ilk üç gün hareket edememesi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin çözeceği söylenen bürokratik mekanizmanın 1999’dan bile daha hantal hale gelmesi. Hatta Erdoğan, kendi ağzıyla ilk birkaç günde istedikleri gibi bir çalışma yürütemediklerini söyledi ve helallik istedi. Emekçi halkımız buna gereken cevabı veriyor: Hakkımız sana helal değil! Senden hesap soracağız!

Belki yine daha önceden tespit edebileceğimiz, ancak şaşırmamızı engellemeyen bir başka olay, Kızılay’ın, AHBAP, Türk Eczacılar Birliği ve hatta AFAD’a çadır satması. İnsanlarımız sokakta yatarken, veya çadır gelmediği için hasarlı evlerinde korkuyla beklerken, rejimin bütün aparatları ile düzeniçi yardım dernekleri, Kızılay’ın bu çadır ticaretini meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Elbistan’da, Hatay’da insanlar çadır alabilmeleri için, bu ticaretin gerçekleşmesini beklemek zorunda kaldılar. Zaten çoğuna da hala ulaşmadı, şehirleri terk ettiler, fahiş kiralar ödeyip başka kentlere taşındılar.

Bu rezaleti kimse kaldıramaz. İki gündür stadyumlardan “Hükümet İstifa” sesleri yükseliyor. Rejimin bekçisi Devlet Bahçeli, maçların seyircisiz oynanmasını öneriyor, rejim üyeliğinden istifa edeceğine Beşiktaş üyeliğinden istifa ediyor. Üniversiteleri, depremzedeleri sermayenin otellerine değil de öğrencilerin yurtlarına yerleştirmenin daha yeğ olması bir yana, hükümet istifa sesleri yükselmesin diye de kapattıkları ortaya çıkıyor. Kızılay rezilliğini teşhir etmek için kurumun önüne giden insanlar gözaltına alınıyorlar.

Devleti kendisinde toplayan ve simgeleştiren Recep Tayyip Erdoğan, 20 yıldır yaşanan hiçbir rezalette, katliamda, felakette istifa etmedi. Bugün de istifa etmesi beklenmiyor. Seçimi yapıp yapmayacakları bile hala belirsiz. Bugüne kadar bütün yaşananları kendi lehlerine çevirmenin planlarını yaptılar, büyük oranda da başardılar. Şimdi de acilen temel atma törenlerine başlayıp oy devşirme peşinde olacaklar. Bunun için de çok vakitleri yok o yüzden kendilerine karşı gelişen hiçbir harekete müsamaha gösteremezler. Önlerine çıkacak her engel onlara vakit kaybettirecek. Vakit kaybetmek devleti kaybetmektir.

Erdoğan veya Erdoğan’dan sonra, devleti yönetecek hiç kimse, halk düşmanı politikalarını hayata geçiremeyecekler, geçirtmeyeceğiz. Depremzedeye çadır satan bu vampir düzenin baş aktörünün Recep Tayyip Erdoğan olduğunu biliyoruz. Onu göndermek boynumuzun borcu.

Hepsini birden göndermek ise kurtuluşun tek yolu.

Depremin 1. Ayına dair açıklamamız:

Acımız da öfkemiz de dinmedi!

6 Şubat’ta Kahramanmaraş merkezli yaşanan 7.6 ve 7.7 şiddetindeki depremin üzerinden 1 ay geçti. İmar affı yasaları çıkaran, yandaşlara şehirleri peşkeş çeken, müteahhitleri cezasızlık politikalarıyla cesaretlendiren hükümet yaşanan deprem sonrası halka ikinci bir enkaz yaşattı.

Depremden sadece 4 ay önce çekilen reklam filminde süleyman soylu depreme dayanıksız kentlerimizi “Modern bir afet yönetiminde ne olması gerekiyorsa Türkiye’de var” diye pazarlamış, nerede bu devlet dedirtmeyeceğiz laflarıyla nemalanmaya çalışmıştı. 4 ay sonra 12 kentin sokakları nerede bu devlet naralarıyla çınladı.

12 kentin sokakları çadır, su, yemek diye çınlarken Kızılay’ın AHBAP, Türk Eczacı Birliği’ne hatta yurtdışından yardım için gelen ekiplere çadır ve konserve sattığı ortaya çıktı. Yıllardır kanımızı satan, paraları tarikatlara aktaran vampirler bu afette canımızı sattı.

12 kentin sokakları ölülerimiz kokar, kefen ihtiyacının sesleriyle uğuldarken; ölülerimizin esamesini okumayan Diyanet bakanı televizyon programlarında yüz milyonlar bağışlayarak caka sattı.

Durum bu haldeyken bölgelere ne yardım ekipleri geldi, ne gelenler yardımda bulunabildi. Dayanışmalar günlerce il sınırlarında bekletildi, gelen vinçler insanlarımızın canını kurtarmaya çalışmak yerine enkaz altlarından para kasalarını çıkarmayı tercih etti.

Adıyaman’da patronların temsilcisi Recep Tayyip Erdoğan suçunu itiraf etti: “yeterince hızlı hareket edemedik.” Hala milletten 1 yıl istiyor, oy toplamaya çalışıyor.

Öbür yanda da depremi unutan Toplama Masa, yeni Türkiye’den pay kapmak için birbirleriyle yarışıyorlar. Hatay’da su yokken, insanlar susuzluktan kıvranıyor iken, bütün gündemleri masalarında topladılar.

Bu rezil rüsva düzenin her yerinden çamur akıyor. Depremden 1 ay geçmesine rağmen acısı, yarası hala taze. Unutulmasına izin vermeyeceğiz, ülkeyi paranın hakimiyetinden kurtaracağız.

Bu da işçilerin, gençlerin vaadidir.