Emperyalizm nedir?

Gençlik Komiteleri Çeviri Kolektifi, Anti-Emperyalist Enternasyonalist Cephe’nin 2020 yılında yayınladığı metni İngilizcesinden çevirdi.

Bir an için durup “Emperyalizm nedir?” sorusuna nasıl cevap verirdik diye düşünelim. Anti-emperyalistiz, emperyalizme karşı mücadele ediyoruz. Peki sokakta biri çevirip neyle mücadele ettiğimizi sorarsa ne söylemeliyiz? Muhtemelen her anti-emperyalist diğerlerinden farklı bir tanım yapar. Bu, basit bir sorun gibi gözüküyor olabilir ama aslında büyük sonuçları var: Eğer bir sorunun kavrayışına dair fikir birliği yoksa çözümüne dair de olamaz. Başka bir deyişle neyle mücadele ettiğimiz konusunda anlaşamıyorsak muhtelemen farklı şeylerle mücadele ediyoruzdur, dolayısıyla mücadele birliği yoktur.

Emperyalizm denilince akla ilk gelen şey askeri müdahale ya da başka ülkelerin içişlerine müdahale oluyor. “Müdahale” derken askeri, ekonomik veya kültürel herhangi bir alanda egemenliğin ihlalini kastediyoruz. Bu sebeple kültürel emperyalizm, ekonomik emperyalizm vb. kavramlarla karşılaşıyoruz. Bu bağlamda emperyalizm bazı ülkelerin saldırgan dış politikası gibi sunuluyor.

Bu yorumun kökeni Lenin’in eserleri aracılığıyla Hilferding’e kadar uzanır. Emperyalizmi bölgesel yayılmanın bir biçimi olarak gören Hilferding’ti (Arrighi, 1983). Lenin ve Bukharin çalışmalarının birçoğunda Hilferding ve Hobson’ı temel aldılar ve emperyalist yayılma ve rekabetle savaşmanın önemini vurguladılar (Dunaway). 

Bazen ülkeler arası tahakküm ve bağımlılık ilişkileri bizi emperyalizme dair düşündürüyor. Bu düşünceler basit dış politika kavrayışının ötesine geçerek emperyalizmi zengin ve fakir ülkeler arasındaki güç ilişkileri üzerinden açıklamaya çalışıyor (Li and Kotz, 2020)

Bildiğimiz en yaygın tanım ise Lenin’in klasik tanımı. Lenin, emperyalizmi beş noktada tanımlar:

sermaye birikimi ulusal tekelleri yaratır

banka ve sanayi sermayeleri iç içe geçerek ekonomik oligarşiyi doğurur

sermaye ihracatı, ticari ihracatın yerini alır

uluslararası tekeller oluşur

dünya kapitalist güçler arasında bölgesel olarak bölünür

(Lenin, 1916)

Yukarıdaki yaklaşımlar emperyalizmin temel niteliklerini ortaya koyuyor ve doğruluğunu koruyor ancak sorunu bütünüyle ele alamadığı söylenebilir. Emperyalizmin yalnızca bir ya da birkaç yönüne odaklanırsak ters tepen sonuçlara varabiliriz. Ortak bir tanıma erişmek tüm anti-emperyalistlerin ortak çabasıdır. Bu tartışmaya Torkil Lauesen, Zak Cope ve Donald Clelland tarafından yapılan son akademik çalışmalara dayanan bir tanım önererek ivme vermek istiyoruz. Eşitsiz mübadele, bağımlılık teorisi, dünya-sistemleri analizi* ve “küresel kapitalizm okulunu* temel alıyoruz. 

Bu kadar karmaşık bir kavramı tek cümleye indirgemek çok zor olsa da:

“Emperyalizm, ekonomik altyapıyı oluşturan ‘değer’in ideolojik, siyasi ve askeri üstyapı tarafından yeniden üretimine dayanan bir hiyerarşidir.” diyebiliriz.

Bu tanımın kilit noktası, emperyalizmi ortak yöntemleri olan ayrı ayrı devletlerden oluşan ayrılmaz bir bütün, yani bir sistem olarak kavramsallaştırmasıdır. Tek başına devletler kendi sınırları içinde kalmayan, ekonomik mekanizmalar sayesinde diğer devletlere akan değer (buna zenginlik, ekonomik fazla vb. de diyebiliriz) üretir. Bu sistemdeki devletler bu değer akışına göre bir hiyerarşi oluşturur. Değer üreten ancak buna sahip olamayan devletler hiyerarşinin en altında yer alırken diğer devletlerin yarattığı değeri gasp edip buna sahip olan devletler en üstte yer alır. (Clelland, 2012)

Bu bölüşümü anlatmanın başka yolları da var: Küresel Kuzey-Küresel Güney, Birinci Dünya-İkinci Dünya-Üçüncü Dünya vb.

Bağımlılık teorisi ve dünya-sistemleri analizinde bu bölüşümün adı “merkez-çevre hiyerarşisi”dir ve üç unsurdan oluşur:

çevre:  hiyerarşinin en altındaki ülkeler

merkez: en üstteki ülkeler

yarı-çevre: çevreden elde edilen değerden yararlanan ancak değerin bir kısmını da merkezdekilere kaptıran orta düzey ülkeler

Sistemin ekonomi temeli kapitalist birikim mantığıdır. (Chase-Dunn, 1998) Kapitalizmden bahsederken soyut ekonomik terimlerle tek başına devletler çerçevesinde konuşuyoruz. Pratikte emperyalist sistem kapitalizmin gerçek mevcut biçimidir. Bu yüzden emperyalizme küresel kapitalizm de diyebiliriz. 

Değerin, çevreden merkeze akışı olarak emperyalizm kurumsallaşmış ve kurumları dönüşerek her döneme adapte olmuştur. Bu sebeple sistemin tarihsel gelişimini klasik sömürgecilik, neo-sömürgecilik ve neo-liberalizm dönemlerden ayırabiliriz.

Klasik sömürgecilik, askeri işgalle kapitalist olmayan bölgeleri zor kullanarak ve ‘çevre’deki işgücünden değer elde etmek için kölelik gibi aşırı yöntemler uygulayarak sömürgeleri sisteme dahil etmeye çalıştı.

Neo-sömürgecilikte doğrudan zor kullanımı, yerini çevre bölgelerin resmi bağımsızlığı ile askeri “yardım” ve ekonomik “işbirliği” adıyla fiili bağımlılığa bıraktı.

Neoliberalizmin mevcut dönemi, devletlerin egemenliğinin üstünde olan ve piyasa mekanizmalarını kontrol eden IMF, Dünya Bankası gibi kurumlara dayanır. (Robinson, 2004)

Bu ekonomik temelin bütünlüğünü garanti altına alan şey, sistemin üstyapısıdır. Üstyapı askeri, siyasi ve ideolojik politikalarda kendini gösterir. Askeri güç ve siyasi ilişkiler yağmacı ekonomik sistemin dengesini korurken, ideoloji de buna meşruluk kazandırır ve statükoyu sorgulamamaya sebep olan ahlaki sistemi inşa eder. 

Sistemdeki denge derken neyi kastediyoruz? Çevre ülkeler sürekli az gelişmişliğe mahkum oldukları bir konumda ve bunu değiştirmek istiyor. Değiştirebilmek için ekonomik modeli sistemin mantığına aykırı bir modelle değiştirmeleri gerekiyor. Böyle bir değişim ve olası kopukluk, sistemde krizlere, sermaye ve servet birikimi sürecinin tıkanmasına sebep olabilir. Bu türün örneklerine Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Küba, Venezuela vb. gibi ülkelerde rastlamak mümkün.

Yarı-çevre bölgede ise merkez ülkere ve onların hegemonyasına meydan okurken sistemin hiyerarşisini yukarı taşımak isteyen devletler var. Günümüzde, gelişmesi ABD’nin çıkarlarına tehlike oluşturan Çin ve Rusya örnekleri var. Geçmişte SSCB bizzat sistemin ekonomik altyapısına tehdit oluşturuyordu. 

En alttaki ülkeler hiyerarşide konumlarını iyileştirmeye debelenirken merkez ülkelerse hakim konumlarını kaybetmemek için mücadele ediyor. Bunun örneğini her fırsatta hegemonik konumunu korumaya çalışan ABD’de görüyoruz.

Önceki tüm örneklerde askeri ve siyasi müdahalenin, ekonomik baskının ve ideolojik gerekçelerinin sistem mantığının değişmesini engellemeye, azınlığın refahını ve yığınların sefaletini garanti eden “dengeyi” korumaya  nasıl hizmet ettiğini görüyoruz.

Dolayısıyla emperyalizmi, az ya da çok özerk olabilen devletler bütünü olarak anlamak yerine ortak yöntemlere sahip bütünleşik bir sistem olarak çözümlemeyi öneriyoruz.

Yorumumuzun neticeleri

Yaklaşımımızı emperyalizme dair diğer fikirlerle karşılaştırırsak mücadele stratejisini etkileyen birçok önemli sonuç çıkarabiliriz.

Emperyalizmden saldırgan ve müdahaleci bir dış politika olarak bahsedersek bu genelde belli bir ülke veya güç bağlamında anlaşılır. Örneğin “Amerikan emperyalizmi”, “Fransız emperyalizmi”, “İngiliz emperyalizmi”… Eğer bu bir politika meselesiyse ve bu politikaları durdurmak için tüm gücümüzü ortaya koyarsak emperyalizmin sonunun geleceğini söyleyebilir miyiz? Bize göre hayır. Saldırgan politikalar hiyerarşideki konumu korumanın bir yolu. Dolayısıyla bu politikaların sonu başka bir gücün devreye girip “ganimete” sahip olma şansı anlamına gelir. 

Aynı şekilde emperyalizmi sadece bir bağımlılık ilişkisi olarak düşünürsek, bağımlı ülkenin egemenliğine riayet edilmesi emperyalizme son verebilir mi? Yine hayır. Önceki dönemler durumun böyle olmayabileceğini gösteriyor. Sömürgecilik karşıtı mücadele ve ulusal kurtuluş mücadeleleri ezilen halkların büyük kurtuluşunugetirmiş olsa da kapitalist birikim mantığının nasıl yenileceği bilinmediğinden yeniden bağımlı konuma geçti. Emperyalizm yeni koşullara uyum sağlayarak “dengeyi” yeniden sağlamanın yolunu buldu.

Lenin’in tanımından bahisle, tarihin belli bir dönemine ait olması ve emperyalist gelişimin günümüze kadarki yöntemlerini tam anlamıyla belirtmemesi sebebiyle anakronik hale geldiğini söyleyebiliriz. 

Ortak bir stratejiye doğru

Perspektifimizi hayata geçirmek için  metodundan bahsetmeliyiz. Marksizm bunun için bize çok güçlü bir araç sunuyor: Diyalektik. Danimarkalı anti-emperyalist akademisyen  Torkil Lauesen, Mao’nun çelişki üzerine çalışmalarından yola çıkarak “Esas Çelişki” adlı çalışmasında sistem içindeki çelişkileri inceleyerek strateji geliştirmenin bir yolunu gösteriyor. (Lauesen, 2020)

İlk olarak, nedir çelişki? Basitçe birbirine bağımlı iki parçanın karşıtlığı diyebiliriz.

Sistemdeki süreçler çelişkiler üzerinden gelişir. Örneğin değeri üretenler ile ona el koyanlar arasındaki ilişkiyi düşünürsek farklı düzeydeki çelişkileri tespit edebiliriz: Bölgesel veya küresel düzeydeki devletler arasında,  aynı devletin içindeki bölgeler arasında, bir toplumdaki sınıflar arasında vs.

Dahası, günümüz neoliberalizminde  devlet ile sermaye birikimi arasında ( halkın refah devletini sürdürme gereksinimi ve kapitalistlerin servet birikimini kolaylaştırmak için onu ortadan kaldırma isteği), ekonomik büyüme ve doğal sınırlar arasında (bir yanda kârını artırmak için üretimi ve pazarları genişletme ihtiyacı, diğer yanda gezegenin sınırlı kaynakları) çelişkiler bulabiliriz. 

Çelişkiler sayısız ancak yalnızca biri baskındır. Dolayısıyla emperyalizm bir sistem ise bütün çelişkiler onun yapısından kaynaklanır. Bu bağlamda esas ve baskın çelişki kapitalist birikim mantığında baş gösteriyor. Bunun sonucu da merkez ülkeler arasında kaynaklara ve yeni pazarlara erişimde rekabet ve çevrenin gelişiminin engellenmesi (değer aktarımından dolayı) oluyor.

Başka bir deyişle bugün gördüğümüz yoksulluk, savaşlar, ekolojik felaket, ayrımcılık ve göç gibi tüm sorunların hepsi kapitalist birikim mantığının ayrılmaz parçası ve aynı zamanda sonucudur. Kökü olan emperyalizmin esas çelişkisi ortadan kaldırılmadığı takdirde kaçınılmaz olarak yeniden ortaya çıkacaktır. Bu ortadan kaldırılırsa, emperyalizm de ortadan kalkacaktır.

Sistem içindeki çelişkiler hiyerarşisini tanımlayamamak mücadele stratejimizi o kadar etkileyebilir ki farkına varmadan emperyalizmi zayıflatmak yerine güçlendiren politikaları, hareketleri destekler hale gelebiliriz. En çok düşülen tuzak asıl çelişkiyi güçlendirirken ikincil çelişkilere odaklanan sözüm ona “ne o ne de o” veya “üçüncü yol”dur. Bu tip pozisyonların örneklerini “Ne Esad Ne NATO” “Ne Maduro/Lukashenko/Ortega/(favori diktatörünüzün adı) Ne Muhalefet” vb. tutumlarda görmek mümkün. Bunu ileri sürenler kurbanı cellatla karıştırmasının yanı sıra kendi güçlerinin marjinalliğini ve ideal hedeflerini başarmak için aktör olma kapasitelerinin eksikliğini de görmezden geliyor. Bu tutum sistemik güçlere örtülü bir destek haline geliyor. 

Bu nedenle çelişkileri incelerken en önemli şey:

yerel mücadeleyi dünya çapındaki süreçler ve aktörlerle ilişkili küresel bir bağlama oturtmak

bu süreçlerdeki yerimizi ve mücadeleyi nasıl güçlendirebileceğimizi anlamak ve

emperyalizmi zayıflatma amacına yönelik net bir stratejiye sahip olmaktır.

Uluslarötesi odak

Emperyalist sistem ya da küresel kapitalizm, sistemik bir kriz içindedir. Mevcut sermaye birikim sistemi büyümenin sınırlarına ulaşmış halde ve kendi çelişkileri tarafından tehdit altında. Bunun sonucu dönüşüm ya da çöküş olabilir. Sonucun daha adil bir sistem mi yoksa yeni bir yağma sistemi mi olacağını bilmiyoruz. Ancak daha iyi bir sistemin kendi kendine ortaya çıkmayacağını kesin olarak biliyoruz. Bunun inşası için bir harekete ihtiyacımız var.

Yeni dünyayı nasıl bir hareket kurabilir? Aşılması gereken ilk engel, mücadelenin ufkunun yerli ve milli olması gerektiği düşüncesidir. Emperyalizm küresel kapitalizmdir, sınırları aşar ve tüm dünyayı kapsar. Sınırlar yalnızca insanları engeller, sermayeyi değil. Bu yüzden yeni hareketin odak noktası en başından itibaren küresel olmak zorunda. Hareket, ulusötesi olmalı. Anti-emperyalist mücadele, yerel mücadelenin hedeflerine teslim edilemez çünkü “yerel” de küresel süreçlerin doğrudan sonucudur.

İkinci engel ise sistem karşıtı olan grup ve hareketlerin tanımlanmasıdır. Tıpkı anti-emperyalizmle özdeşleşmeyen birçok hareketin (bilinçli ya da bilinçsiz) emperyalizmi sarsmada etkisi olabileceği gibi kendisini anti-emperyalist olarak adlandıranların hepsi de emperyalizmi zayıflatmıyor. Bu sebeple yeni hareketin kapitalist sermaye birikimine son vermeyi amaçlayan her türlü hareketi de içerecek şekilde sistem karşıtı olması gerekiyor. 

Bu metnin orijinali “¿Que es el imperialismo?” Anti-Emperyalist Enternasyonalist Cephe tarafından İspanyolca olarak yayınlanmıştır.

NOTLAR:

*dünya-sistemleri analizi: Immanuel Wallerstein’ın kapitalist olanın tek tek devletler değil sistemin kendisi olduğunu savunduğu ve küresel ekonomik yapıyı merkez ve çevre kavramları aracılığıyla incelediği teori.

*küresel kapitalizm okulu: William I. Robinson’ın  yeni küresel kapitalizmin doğasını, küreselleşmiş bir üretim ve finans sisteminin yükselişini, ulus-ötesi kapitalist sınıfı ve ulus-ötesi devleti ele aldığı çalışması.