Çocukluğumuzu geri alalım: Lise Komiteleri kuruluyor. – Ege Arda Orel

Bildiğiniz üzere, uzunca bir süredir çocuk işçi cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Hemen her hafta bir çocuğun, çalıştırıldığı fabrikada, atölyede, tersanede veya inşaatta öldüğü haberleri karşımıza çıkıyor. Çocuk haberlerinin iş cinayetlerinden boş kalan yerlerinde ise başka ölüm haberleri gözümüze çarpıyor: çocuk intiharları. Millî Eğitim Bakanlığı eliyle çocuk işçi olarak çalıştırılmayacak kadar talihli olan çocuklar (Evet, korkarım ki çocuk işçi olmamak bir “talih” sayılacak durumda.) farklı sebeplerle intihara sürükleniyor.

Türkiye’de doğan ve büyüyen çocukların yaşamını tek bir sahne ile özetlemek gerekirse sanıyorum ki bu sahne Kemal Sunal’ın başrolde oynadığı 1986 yapımı Tokatçı filminin meşhur cama ekmek banma sahnesi olurdu. Sosyal medya ve internet, yaşamlarınıdoğumlarından lise çağına kadar yoksullukla, lise çağından itibaren ise yoksulluğa ek olarak işçilikle geçiren bu çocuklara neye sahip olmadıklarını ve sömürenlerin kendilerinden aldıklarıyla neye sahip olduğunu sık sık gösteriyor. Çocuklukları elinden alınan çocuklar, en temel ihtiyaçlarını dahi gidermekte zorlanırken Millî Eğitim Bakanlığı ise çözüm önerisi olarak çocuk işçiliği sunuyor. Millî Eğitim Bakanlığı, öğrenciye eşit olmayan taraflar arasında gerçekleşecek bir anlaşma dayatarak “Biz seni ucuz iş gücü olarak fabrikalara gönderelim, sen de kazandığın parayla rahat bir nefes al.” diyor. Tabii burada bir parantez açmak gerekir: Millî Eğitim Bakanlığı için “rahat bir nefes almak” demek, yalnızca hayatta kalabilmek anlamına geliyor. Ne var ki sadece 2024 yılına girdiğimizden beri işlenen çocuk işçi cinayetleri bile şeytanla anlaşma yapmak zorunda kalan çocukların hayatta kalmalarına dahi müsaade edilmediğini gösterdi.

Türkiye’de devlet eliyle çocuk işçi yetiştirilmeye 5 Haziran 1986’da kabul edilen ve 19 Haziran 1986’da Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu ile başlandı. Bu kanunun amacı piyasaya ucuz iş gücü sürmek ve sermaye sınıfının ara eleman ihtiyacını karşılamaktı. Bu amaç doğrultusunda önce meslek liseleri kurulmaya, 9 Aralık 2016 itibarıyla da bu kanunda yapılan değişiklikle çıraklık eğitim merkezleri örgün ve zorunlu eğitim kapsamına alınarak mesleki eğitim merkezlerine dönüştürülmeye ve yeni mesleki eğitim merkezleri kurulmaya başlandı. Meslek liseleri örgün eğitim ve çocuk işçiliğin birlikte yürütüldüğü yerler iken mesleki eğitim merkezleri çocuk işçilerin çalıştırılacakları yerlere dağıtımlarını yapan bir devlet kurumundan başka bir şey değil. Hatırlayacaksınızdır ki ocak ayında iş cinayetinde öldürülen Arda Tonbul da mesleki eğitim merkezlerine kayıtlı 1,5 milyon çocuktan -ya da daha gerçekçi bir ifadeyle 1,5 milyon potansiyel ölü çocuktan biriydi. Arda Tonbul cinayetinden sonra Millî Eğitim Bakanlığının çocuk işçi cinayetlerine karşı bulduğu “çözüm” ise mesleki eğitim merkezlerine kayıtlı çocuklara “Her türlü hukuki ve cezai sorumluluk ile tazminatlar çırak/öğrenci ve velisine ait olacaktır.” ifadeleri yer alan sözleşmeler imzalatmak oldu. Yani Millî Eğitim Bakanlığı, çocukları sermaye sınıfının çıkarları uğruna ölüme gönderdiği yetmezmiş gibi sorumluluğu da bu çocuklara yıkmaya çalışıyor.

Millî Eğitim Bakanlığı, liseli çocukların/gençlerin bir yandan canına okurken, diğer yandan da kafalarında birtakım “zararlı” fikirlerin oluşmasını engellemek mecburiyetinde tabii. Aksi takdirde bu baskı ve sömürü sistemi işleyişini sürdüremez. Bu iş, yani rıza üretmek görevi evvela eğitim müfredatındadır. Bu müfredat, öğrenciyi çocukluktan itibaren -tabiri caizse- uslu bir köle olmak üzere işlemeye başlar. Bunun için yer yer dini, yer yer milliyetçiliği kullanır. Fakat baskı ve sömürünün bu denli ağır olduğu koşullarda bu müfredat yetersiz kalabilir ve kaldığında da halk düşmanı hareketler devreye girer. Bugün tarikatların, faşistlerin liselerde ders verebilecek seviyeye gelebilmiş olmaları da bu yüzdendir. Bu hareketler gerek kendi şovenist masalları aracılığıyla gerek zor yoluyla liseli çocuklardaki/gençlerdeki her türden “zararlı” fikri bastırırlar. Bu “zararlı” fikirlerin liseli çocukların/gençlerin baskı ve sömürüye rıza göstermemesi olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda rahatlıkla söyleyebiliriz ki liselerde yürütülecek bir çalışma bu halk düşmanı hareketlerle mücadeleyi de gerektirecektir.

Bu koşullar altında “yaşayan” çocukların yalnızca yoksulluk ve sömürü tarafından ezilmediklerini, aynı zamanda depresyon, sosyal anksiyete vb. psikolojik rahatsızlıklarla boğuştuklarını da eklemek gerekir. Yaşamlarının en güzel ve kişiliklerinin oturacağı çağını, yani çocukluklarını kölece çalışarak ve karşılığında hiçbir şey almayarak ya da -en iyi ihtimalle- berbat bir eğitim sistemi tarafından yeteneksiz ve tembel bireyler oldukları hissettirilerek ve öte yandan gelecek kaygısıyla boğuşarak geçiren çocukların kişiliklerinde bu durumun derin izler bıraktığını söylemeye gerek yoktur şüphesiz. Bugün sermaye sınıfının çıkarları uğruna âdeta köle olarak yetiştirilen çocukların her biri; dünü, bugünü ve yarını çalınmış çocuklardır. Çocuk intiharlarını da bu bağlamda okumak gerekir.

Öte yandan lise çağındaki çocuklardaki bu psikolojik buhranın tek yönü çocuk intiharları olmuyor. Uyuşturucu madde bağımlılığının bir çocukluk ve gençlik sorunu olarak da karşımıza çıkmasına sebebiyet veriyor. 2019 ve 2020 tarihli Türkiye Uyuşturucu Raporu’na göre yaşamı boyunca en az bir defa uyuşturucu madde kullanan insanların %35,4’ü 15-24 yaş grubunda. Uyuşturucu madde kullananların %5’i lise öğrencisi iken %10’u üniversite öğrencisi. Uyuşturucu madde tacirlerinin lise önlerini kolladıkları, kendilerine zehirleyecek yeni kurbanlar aradıkları, öyle ya da böyle liselerden haberdar olan herkesin malumudur zaten. Bu vahim durum, liselerde uyuşturucuya karşı aktif bir mücadelenin gerekliliğini de gözler önünde seriyor. Sözü toparlamak gerekirse, lise çağındaki çocuklar dört bir yandan kuşatılmış vaziyetteler. Düzen, bu çocuklara nefes alacak alan bırakmıyor.

Anlattıklarım, liseli çocukların/gençlerin içinde bulundukları vaziyetin çok ufak bir kısmı. Kısaca değindiğim tüm bu meseleler üzerine sayfalarca yazılacak, saatlerce konuşulacak hayli ciddi sorunlar. Liseli çocuklar/gençler, kendilerini köle olarak gören ve mümkün olan her şekilde sömürmek isteyen bir düşmana karşı bedenen ve ruhen olağanüstü bir savaş veriyorlar. Hâlihazırda aldıkları yaralar hayli ağır, tüm hayatlarını etkileyecek cinsten. Tam da bu sebeple liselerde, liseliler tarafından yürütülecek bir çalışma şart. Bu çalışmanın lise önlerinden fabrikalara, atölyelere, tersanelere, inşaatlara kadar uzanan geniş bir alanı olmalı. Kuşatılmış gençliğe nerede ulaşabiliyorsak orada, nasıl ulaşabiliyorsak öyle olmalıyız. Umudu elinden alınmış gençliğe umut vermeli, bu kuşatmayı yarıp geçmelerini sağlamalıyız.

Tam da bu sebeple Lise Komiteleri’nin inşa sürecine girdiğimizi, yurdun dört bir yanındaki liselerde bu kuşatmayı yarmaya talip olduğumuzu ilan ediyoruz. Biliyoruz ki üniversitelerden liselere gençliğin bu katil, sömürgen düzene karşı mücadelesi birdir ve yine biliyoruz ki bu düzene mahkûm değiliz. Biz gençliğiz, gücümüz bu düzeni yıkmaya, yerine yeni bir yaşam kurmaya yeter. Kuracağız da!