“Hep böyle süreceği sanılır
bir gül hikayesinin,
Hep böyle sürer gerçi amma
bir gün sonu değişir.” *
Depremin ne demek olduğunu bilmeyen herhangi bir kişinin yapacağı ilk iş herhalde Google’a “deprem nedir?” sorusunu sormak olacaktır. Kabaca depremin yer kabuğunun kırılarak yer değiştirmesi gibi doğal bir nedenle meydana gelen yer kabuğu sarsıntısı olduğunu öğrenen bu kişi eğer konuyu biraz daha irdelemek isterse araştırmasının devamında dünyanın oluşumundan beri yani yaklaşık 4.55 milyar yıldan fazla bir süredir sismik yönden aktif olan bölgelerde depremlerin oluştuğunun, dünyada her yıl yaklaşık 500.000 deprem meydana gelmekte olduğunun ve bunların 100.000 kadarının hissedildiğinin bilgisine ulaşacaktır. Yani depremin insanlığın var oluşundan itibaren tarihsel belleğinde bir yeri olduğunu görecektir.
Velhasılıkelam, sadece bu temel bilgilere dahi vâkıf olan herhangi bir insanın da görebileceği üzere deprem, doğa ve onun bir parçası olan insanlık için herhangi bir sıradışılık barındırmamaktadır. Dünyanın var oluşundan itibaren sürekli olarak devam eden ve insanlık tarihinin her anında bir gerçeklik olarak yer edinen bir doğa olayıdır. Hele bizim yaşadığımız coğrafya da göz önünde tutulduğunda deprem olması bu coğrafyanın insanının normalidir. Dünya gibi bir gezegen için astronomik derecede küçük bir zaman dilimi olan sadece son 500 yılda dahi yedi ve üzeri şiddette 23 farklı deprem gerçekleşmiş bir coğrafyadan bahsediyoruz.
Ancak bu normallikler silsilesi içerisinde bugünlerde pek kimsenin umrunda olmayan, gözünün görmediği, beynimizi bir ur gibi kemiren, çürüten bir anormallik de yatıyor. Bize tüm tarihimiz boyunca eşlik edecek kadar tanıdık olan bir doğal afet her meydana geldiğinde barınaklarımızın -bugün bina- yerle bir olması normal mi? Eğer depremde binaların yıkılmamasının bir yolu yoksa, yani insanlığın Homo sapiensten beri on binlerce yıldır edindiği bilgi ve deneyimi depremlere dayanabilecek evler inşa etmeye yetmiyorsa evet, olağan olan, normal olan budur! Ancak durum bunun tersi ise 6 Şubat tarihi de dahil olmak üzere yaşadıklarımız olağandışılığın daniskasıdır.
Eğer depremde evlerimizin yıkılması normal bir durum değilse 6 Şubat’ta sayısı en az 55 bini bulan insanımızı öldüren şey doğanın kendisi ya da herhangi ilahi bir kuvvet değildir. Bu durum bu insanların yaşamlarına dışarıdan irade sahibi bir kuvvetin müdahale ederek olağandışı bir şekilde depremde ölmesine neden olduğu anlamına gelmektedir. Yani mantık bilimi bize eğer önermemiz doğru ise bu insanların bir katili ya da katilleri var diyor. Bu, saniyeler içerisinde on binlerce insanımız öldürüldü, birileri tarihin en büyük katliamlarından birine imza attı ancak biz sağ kalanların -sağ kalanlardan kastım sadece 6 Şubat’ta depremden etkilenen 11 bölgenin herhangi birinde bulunup da sağ kalanlar değil deprem kuşağında yaşayan tüm insanları kastediyorum çünkü depremin hangi bölgede, ne şiddette meydana geleceği bizim açımızdan sadece şansa kalmış bir durumdur- bırakın bir katil aramayı, hesap sormayı; depremi ve ölenleri gündeminden çıkardığı, 6 Şubat’ta hiçbir şey olamamış gibi seçimlere, kariyerine, evine, şans eseri elinde bulundurduğu hayatına odaklandığı anlamına geliyor.
Biraz daha açmak gerekirse eğer depreme dayanıklı evler yapma olanağı mevcut ise ve insanlarımız buna rağmen depremde yıkılan evlerinin altında kalarak can verdiyse bu, tıpkı Soma’da öldürülen 301 madenci, Hendek’te katledilen işçiler ve kâr uğruna öldürülen binlerce işçi gibi birilerinin bilinçli eylemleri -bir şey yapılarak ya da hiçbir şey yapılmayarak- nedeni ile öldürüldüğü, ölenlerimizin bir ya da birçok katili olduğu anlamına geliyor.
Soma’da madencileri öldüren ne idi? Kabaca özetlemek gerekirse sensörlerden gelen bilgiler maden ocağında patlamanın oluşacağını bildirmesine rağmen çalışmanın durdurulmaması, yangın tehlikesi olan yeraltı maden ocağı için uygun şekilde havalandırma sistemi oluşturulmaması ve bunlar gibi onlarca birilerinin iradesine bağlı olan neden… Yani Soma’da madencileri yerin yedi kat altında enkazın içinde öldüren şey yapılan iş gereği her zaman ihtimalleri olan kadere kalmış herhangi bir patlama değil. Nedenleri bilinen ve ortadan kaldırılabilen, hatta ölen ve öldürenler olarak iki kutba ayrılmamız gerekirse (ki gerekir) bu iki taraf arasında patlama ihtimallerinin ortadan kaldırılması gerektiğine dair bir mutabakat olmasına rağmen gerçekleşen bir patlamadan bahsediyoruz. Demek ki Soma’da ölen 301 insanımız herhangi bir patlama ya da ilahi bir kuvvet tarafından öldürülmedi. O zaman 301 madencinin her birinin birer katili var ve onlar katilleri tarafından yerin yüzlerce metre altında yakılarak, boğularak öldürdü.
Hepsinin, hepimizin bir katili var. Soma’da -belki de 6 Şubat’ta bizi katledenler ile aynı şebekeye mensup olan- katillerimizi aramak, bulmak, canıyla başıyla katillerin izini süren, teşhir eden devrimci avukatlar ile aynı mücadelenin parçası olmak; katillerimizin ortakları, rıza üreticileri olan sarı sendikacılara karşı bayrak açan bir avuç devrimciye sahip çıkmak yerine ölülerimizin bedenleri daha soğumamışken sadece 1 yıl sonra yapılacak olan Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimlerine(!) bel bağladığımız, tıpkı hiç öldürülmemişiz gibi hayatımıza devam edebildiğimiz için Soma’dan sadece iki yıl sonra Şirvan’da 16’mız daha, Soma’dan tam 8 yıl sonra Bartın’da 42’miz daha yine öldürüldü, öldürüldük.
Eğer evlerimizin yıkılması anormal olan ise yine diyebiliriz ki tıpkı Soma’da olduğu gibi 6 Şubat’ta da öldürüldük. Çünkü bizi 99’da Düzce’de, 2011’de Van’da, 2020’de Elazığ’da, yine aynı yıl 2020’de İzmir’de öldüren katiller aramızda değilmiş, bizi moloza gömenleri tanımıyormuş, rant için bizlere her an bir enkaz mezara dönüşmeye hazır olan binaları müjde olarak dikenleri televizyonda, internette görmüyormuş gibi davrandığımız için yine öldük. Şimdi de depremin üzerinden henüz üç ay geçmişken katillerimizi aramak, hesap sormak yerine sanki 6 Şubat’ta hiç ölmemişiz gibi yine Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimlerine(!) odaklandığımız, işimize; okulumuza odaklandığımız, yaşamımız haricinde her şeye odaklandığımız için öldürüleceğiz.
Eğer bu yaşadıklarımız anormal bir durum ise hepimiz her gün, her saat, her dakika, her saniye depremden sağ kurtuluyoruz. Hepimiz her gün depremzedeyiz. Ve yine eğer bu, anormal bir durum ise her gün şans eseri devam eden hayatımızda sayısı en az 55 bin olan ölülerimizin katilleri ile aynı coğrafyada yaşıyoruz; televizyonda, internette onları, yarınki katillerimizi görüyoruz, katillerimizle burun buruna aynı havayı soluyoruz, onların yaptıklarını konuşuyoruz. Ne zaman öldürüleceğimizi bekliyoruz.
Ölüler oy veremez, ölüler kızamaz, ölüler sevinemez, üzülemez, onların bir evi olamaz. Eğer bu durum anormalse biz hepimiz bir bütün olarak ölüyüz.
Bu durum anormal mi?
Bu yazı kimseye bir sitem içermemektedir. Çünkü haşa, ölüler sitem edemez.
Hepimizin bir katili var. Şehrimizde, mahallemizde işyerimizde, okulumuzda, hayatımızın her alanında… İnsanlık tarihini farklı bir açıdan ele alacak olursak ufak istisnalar dışında bu tarih, öldürenlerin ölenleri katletmesinin tarihidir. Yani tarih hep böyle süregiden bir katliamlar hikayesidir amma -şaire atıfla- bir gün sonu değişir.
*Turgut Uyar-Ne Değişir?/ Büyük Saat, S. 374
Not: Görselde pankart, 1 Mayıs 2023’te kuruluşunda rol aldığımız Samandağ Afetzede Derneği tarafından taşınmıştır.