Dünyanın tüm işçileri ve borçluları, birleşin! – Hannah Appel

5 Nisan’da Biden yönetimi, öğrenci borçlarında dördüncü kez ödeme duraklatmayı uzatacağını duyurdu. Birkaç gün önceki tarihi Amazon İşçi Sendikası zaferi gibi, bu ödeme duraklatma kararı, sıkı bir örgütlenmenin sonucuydu – bu sefer  bir işçi sendikası tarafından değil, ülkenin ilk borçlular sendikası olan Borç Kolektifi tarafından.

Öğrenci borç ödemeleri bugün 1 Mayıs’ta başlayacak şekilde ayarlanmıştı. Borçlular sendikası örgütlenmesi sadece durdurmayı uzatmakla kalmadı; ayrıca bizi öğrenci borcunun tamamen kaldırılmasına hiç olmadığı kadar yaklaştırdı. Nisan ayı ortasında, Beyaz Saray basın sekreteri Jen Psaki, Joe Biden’ın ya durdurmayı tekrar uzatacağını ya da iptali ilan edeceğini kamuoyuna duyurdu. Ve daha geçen hafta Biden, Kongre Hispanik Grup Toplantısı üyelerine “hepsi olmasa da federal destekli kredileri olanların öğrenci borçlarını affetmek için seçenekleri değerlendirdiğini” söyledi.

Nisan ayında işçi ve borçlu örgütlenmelerinin kazandığı zaferler tarihidir ve zamanlamaları tesadüf değildir. Bu, çok ırklı işçi sınıfı kolektif gücünün yavaş ama hatasız bir şekilde yeniden canlandığının kanıtıdır.

Finans kapitalizmi çağında işçi örgütlenmesinin ve borçlu örgütlenmesinin potansiyeli nedir? Borçlu sendikaları, hem işyerinde iş bırakmanın hem de borçları ödemekten kaçınmanın kredi ve borç ilişkilerinde kaldıraç gücümüz olduğunu savunuyorlar. Finans kapitalizmi altında, yoksul, çalışan ve orta sınıf aileler, tıbbi bakımdan yüksek öğrenime, barınmaya kadar her şeyi borçla finanse etmeye zorlanıyor. Bu iklimde, toplu olarak kaldıraçlı borçlarımız, tıpkı emeğimiz gibi bir güce dönüşüyor.

Gelin bu 1 Mayıs’ta işçi örgütlenmesini ve borçlu örgütlenmesini aynı mücadelenin parçası olarak düşünelim.

Temelde, bir işçi sendikasının dürtüsü, bireysel olarak patronlarının insafına kalmış işçileri, bir araya getirerek işyerleri üzerinde baskı oluşturabilmesidir. Borçlular birliğinin dürtüsü de benzerdir. Bireyler olarak, borçlular alacaklılarının (bankalar, ev sahipleri, hükümet, hastaneler, sigortacılar, mahkemeler, kefalet şirketleri) insafına kalmıştır, ancak birlikte alacaklı sınıfı bastırabiliriz.

İki örgütlenme biçiminin farklı hedefleri olsa da tamamlayıcı amaçları vardır. İşçi sendikalarının üretim alanlarına odaklandığı yerde, borçlu sendikaları dolaşıma veya paranın nasıl ve kime aktığına odaklanır. İşçi örgütlenmesi, işvereni hedef alarak daha yüksek ücretler, sosyal haklar ve daha fazlasını talep eder. Borçlu örgütlenmesi alacaklıyı hedef alır (neoliberalizm çağında bu genellikle devlettir). Yıkıcı mali sözleşmelere karşı savaşır ve insanların bunlara erişmek için borca girmesine gerek kalmaması için sağlık, eğitim, barınma ve emeklilik dahil olmak üzere kamu hizmetlerinin sağlanması için verilen mücadelede borcu, kaldıraç gücü olarak kullanır.

Kendilerini sömüren sistemi bastırmak ve bu gücü herkes için sağlık hizmeti, herkes için konut, herkes için eğitim talebine dönüştürmeyi sağlık borçlularından, öğrenci borçlularından, kiracılardan daha iyi kim yapabilir?

Finans kapitalizmi altında borç, bir sosyal tedarik biçimi olarak ücretlerin yerini almıştır. Bu nedenle, işçiler ve borçlular (bunlar genelde aynı kişilerdir), borçlar geleceğin ücretleri olduğundan, küçük büyük demeden kaldıraç gücünü arttırmak için birlikte çalışmalıdır.

Borç ve gelir arasındaki yakın ilişkiyi görmek için insanların pandemi teşvik çeklerini nasıl harcadıklarına bakmak yeterlidir. New York Merkez Bankası, ABD hanehalkının borçlarını ödemek için teşvik ödemesinin tamamını harcadığını bildirdi. Yılda 40.000 dolardan az kazanan haneler, çeklerin yüzde 44’ünü borcunu ödemek için kullanırken, 75.000 doların üzerinde kazanan haneler için bu oran yüzde 32.

Evrensel temel gelir (UBI) programları da aynı şekilde yalnızca borç ödeme planı olma riskini taşıyor. Eğitimden hapishanelere kadar her şeye olan borçlar, orantısız bir şekilde yoksul beyaz olmayan insanları etkiliyor; sonuç olarak, UBI parası muhtemelen düşük gelirli beyaz olmayan insanların ellerinden kayıp gidecek ve hapis borçları söz konusu olduğunda, “yoksulluğu en agresif şekilde suç sayan yargının kasasına” geçecek. Başka bir deyişle, borçlu sendikaları olmadan, işçi sınıfına “destek” olarak sunulan şey, alacaklı sınıfına bir hediye olacak.

Benzer şekilde, temel ihtiyaçlarımızı karşılama şeklimizi değiştirmezsek, yükselen bir işçi hareketinin kazandığı herhangi bir geniş zafer (örneğin 20 dolarlık asgari ücret), işçiler için daha iyi yaşam standartları yerine alacaklı sınıfın eline daha fazla paranın akmasına neden olacaktır. Eğer barınma korkunç derecede pahalı kalırsa, yeterli tıbbi bakım çoğu için aşırı borçlanmadan erişilemez durumda kalırsa ve devlet üniversiteleri bile hızla artan öğrenim ücreti ve harçlar talep ederse, o zaman artan ücretler yalnızca borç ödeme kapasitesinin artması anlamına gelecektir.

Bu nedenle, işçi sendikaları zorunlu asgari ücret artışları için mücadele edip kozlarını kullanırken, borçlu sendikaları aynı zamanda kamu tarafından finanse edilen konut, sağlık ve eğitim için mücadele edip kozlarını kullanmalıdır.

İşçiler ve borçlular arasında nihai, yapısal bir bağlantı daha vardır. Finansallaşma, bir zamanlar sosyal güvenlik ağı aracılığıyla sağlanan veya sübvanse edilen kamu hizmetlerinin (çoğunlukla marjinalleştirilmiş insanlardan alıkonulan veya erişilememiş ve hiçbir zaman gerçekten evrensel olmamış olmasına rağmen) özel sözleşmelere ve bireysel yükümlülüklere dönüşümüdür. Bir zamanlar işçiler fabrika katlarını, borçlular alacaklıları paylaşırken bugün şirket hem fabrika hem de banka işlevi görür,  aynı anda hem endüstriyel hem de finansal bir varlıktır.

Örneğin, Target’a (Amerikan perakende market zinciri) her gittiğimde kasiyer bana bir Target kartı isteyip istemediğimi soruyor. Çünkü kasiyerlerin müşterilere şirket kartlarını genellikle çok yüksek oranlarda satmaya çalışması gerekir. Gap (Amerikan perakende giyim firması) kartlarında yüzde 21,7’lik bir başlangıç faiz oranına ve borcunu ödeyemeyenler için 27 ila 37 dolar arasında geç ödeme ücretine sahip.

Target ve Gap, perakendeciler arasında yalnız değil. Macy’s şirketinin, 2019’da elde ettiği 771 milyon dolarlık kart geliri şirketin faaliyet gelirinin yarısından fazlasını oluşturdu. Şirketin kâr modeli iki yönlüdür: hem Macy’nin işçilerinin mağaza sahiplerinin kârı için giysi sattığı geleneksel perakende ve hem Macy’nin sahiplerinin hem müşterilerin hem de Macy adına kartları veren bankaların kârı için kart sattığı finansallaştırılmış perakende.

Arketipik endüstriyel kapitalist firmalarda bile (örneğin otomobil üreticileri) finansallaşmaya doğru bir kayma görüyoruz. General Motors’un finansal hizmetler kolu General Motors Kabul Şirketi (GMAC), müşterilerin yeni ve kullanılmış araçlarını finanse etmekten kendi bayilerine ve ipotek piyasasına borç vermeye kadar müdahildi. 2000’lerin ortasındaki kriz sırasında nakde sıkışan General Motors, 2006’da GMAC’ı bir özel sermaye şirketine sattı ve 2008’de hala iflastan kurtulamadı. Ancak bu, şirketin finansallaştırılmış iş modeli üzerine tekrar bahis oynamaktan ve satın almaktan caydırmadı (2010’da sonradan GM Financial olarak adlandırılan AmeriCredit’in alınması).  2021’de GM Financial’ın net geliri yüzde 89 artarak 3,8 milyar dolara ulaştı.

Bugün birçok firma hem borç para vererek hem de mal üreterek para kazanıyor. Sonuç olarak, patronlarının kârlarının çoğu üretimden değil krediden geldiğinden, işçi sendikaları üretim araçları üzerinde eskisine göre daha az güce sahiptir. Ancak işçi sendikaları ve borçlu sendikaları uyum içinde örgütlendiğinde, finansallaşma işçi sınıfı için yeni bir kaldıraç gücü haline gelir.

Örneğin, 2019’da Michigan, Indiana ve Ohio’da yoğunlaşan elli tesiste ülke çapında bir GM grevi gördük. İşçiler bazı taleplerini kazandı ve bazılarını kaybetti. Şimdi tüm GM borçlularının – yeni ve kullanılmış araçlarını GM aracılığıyla finanse edenlerin – bir borçlular sendikasında olduğunu ve işçilerin talepleriyle dayanışma içinde otomobil kredisi ödemelerini durduklarını hayal edin. Bu, şirket üzerinde çok daha fazla maddi baskı uygulayacak ve işçilerin taleplerini görmezden gelmeyi çok daha zor hale getirecektir. Finans, artık işçilerin üzerinde hiçbir güce sahip olmadığı ikincil bir kâr akışı olmayacaktır.

Bu da bizi Amazon’a geri getiriyor. Biz Amazon işçilerinin sendikalaşma mücadelesini desteklerken, Amazon’un bir değil tam dört farklı kredi kartı sunduğunu da hatırlayalım. JPMorgan Chase aracılığıyla yalnızca Amazon Prime müşterilerine verilen kredinin toplamı yaklaşık 20 milyar dolar. Büyük markalar ve büyük bankalar arasındaki bu tür kredi kartı anlaşmaları, “finansal dünyada en çok tartışılan sözleşmelerden bazıları, çünkü akreditifi açan bankaya, yılda milyarlarca dolar harcayan milyonlarca sadık müşteriden oluşan bir tutsak kitle veriyorlar.”

Bu “sadık müşterilerin” sendikalı olduğunu hayal edin. Sadece kendi kredi sözleşmelerinin şartlarını yeniden müzakere etmekle veya Amazon’u her türlü yöne itmek için borçlarını baskı gücü olarak kullanmakla kalmayıp, aynı zamanda sendikalaşan işçilerin taleplerini desteklemek için de güçlerini kullanabilirler. Hatta, bu güçlü kombinasyon, şirketi bir işçi-borçlu devralmasına karşı savunmasız bırakabilir.

Ve bu – Amazon’un sosyalizasyonu – işçilerin ve borçluların bu 1 Mayıs’ta hayal etmeleri ve örgütlemeleri için değerli bir ufuk.

Orijinal metin: https://jacobinmag.com/2022/05/workers-debtors-union-financialization-labor-debt

Çeviri: GK Çeviri Komitesi