Üniversite Kime Hizmet Ediyor? – Kemal Demirtaş

“Türkiye’deki yükseköğretim için dönüştürücü bir vizyonu ortaya koyan 2024-2028 Strateji Planı yükseköğretimde erişebilirliği, kapsayıcılığı, kaliteyi, yenilikçiliği, istihdama duyarlılığı ve uluslararası saygınlığı artırmayı hedefler.” YÖK başkanı Erol Özvar YÖK’ün yükseköğretime dair önümüzdeki dört yıllık planlamasını bu şekilde tarif ediyor.1 Erişilebilir, kapsayıcı, kaliteli, yenilikçi olarak nitelendirilen bu üniversite modeli kimlerin çıkarına hizmet ediyor?

YÖK’ün 2024-2028 Stratejik Planını incelediğimizde ‘kalite, performans, uluslararasılaşma, üniversite-sanayi işbirliği, piyasa, sektör’ gibi terimler sıklıkla karşımıza çıkıyor. YÖK’ün tarif ettiği üniversite toplumsal sorunlar ve toplumsal ilişkilerden azade, girişimci, rekabetçi, bireyci, piyasacı bir eğitim ve üniversite anlayışına tekabül ediyor. Bu elbette yeni oluşturulan bir üniversite modeli değil. 80 darbesi sonrasında YÖK’ün kuruluşunu da içeren yükseköğretimi düzenleyen yasalarla başlayan, 90’ların sonunda bir sürü vakıf üniversitesi açılması ve 2000’lerin başında Avrupa yükseköğretimini piyasayla uyumlaştırıcı reformların hazırlandığı Bologna Sürecine dahil olunmasıyla2 devam eden neoliberal politikaların devamı olarak 2024-2028 Stratejik Planında tarif edilen yükseköğretim modeli karşımıza çıkıyor. Neoliberal politikaların nüfuz ettiği her alanda olduğu gibi üniversitelerde de bu modelle piyasanın, büyük sermaye gruplarının çıkarları toplumun genelinin çıkarlarıyla denk tutuluyor. Toplum yararına bilimsel bilgi üretecek ve teknoloji geliştirecek, eğitimde fırsat eşitliğini sağlayabilen, toplumsal sorunlarla ilgilenecek ve kendi düşünsel yetilerini geliştirebilen yurttaşlar yetiştirecek bir kurum yerine iktidar ve toplum ilişkilerinden bağımsızmış gibi sunulan, piyasa için ara elemanlar ve entelektüel donanımlı yüksek ücretli yetiştirmeyi hedefleyen, şirketlerin kar marjlarını artıracak teknolojileri geliştiren, toplumsal eşitsizliği derinleştiren, eğitimi kendi başına ticari bir sektör haline getiren bir yükseköğretim modeliyle karşı karşıyayız.

YÖK’ün Üniversitesinin Tarifi

Günümüzdeki yükseköğretim modeli üniversitelerin piyasanın ve bazı sermaye gruplarının çıkarlarına göre şekillenmesini ve hem vakıf üniversiteleriyle hem de üniversitelerin küresel rekabetin bir parçası yaparak yükseköğretimi başlı başına bir ticari sektör haline getirmeyi içeriyor.

Yükseköğretimi piyasayla uyumlaştırma süreci üniversite yönetiminin ve bölümlerinin yeniden yapılandırılmasından açılacak yeni bölüm ve enstitülerin kararlaştırılmasına, sanayi ile işbirliği içindeki projelerin artırılmasından üniversitelerde kalite programları yürütülmesine birçok çeşit müdahaleyi içeriyor. Bu müdahaleler bilimsel üretimin özgürlüğüne ve üniversiterin özerkliğine aykırı olup üniversiteleri ekonomik rekabetin gereksinimlerine adapte olabilen girişimci bir kuruma dönüştürüyor. 

2024-2028 Stratejik planında yazılım, siber güvenlik, yapay zeka ve veri bilimi alanlarındaki bölüm ve programların ve yükseköğretim ile sanayi arasındaki işbirliklerinin artırılması sıklıkla vurgulanıyor. Stratejik plandaki hedef 3.2 ile “yapay zeka haricindeki diğer alanlarda öğrencilerin veri bilimi, yapay zeka vb. içerikli dersleri almalarının teşvik edilmesi” ve hedef 9.2 ile “yazılım, veri bilimi, siber güvenlik ve yapay zeka temelli programların üniversitelerde ön lisans ve lisans düzeyinde açılmasının sağlanması” isteniyor. Yapay zeka gibi birçok alanda insanlığa büyük faydalar sağlayabilecek çığır açıcı bir teknolojiyle alakalı bölümlerin açılması iyi gibi dursa da bu alana aktarılan kamu kaynakları sermayenin çıkarları ve otoriter devletlerin askeri ve güvenlikçi politikaları uğruna harcanıyor. 

Artan üniversite sanayi işbirlikleri ile ise üniversiteler şirketler için ucuz ArGe departmanına dönüşüyor. Üretim süreçlerini daha kârlı hale getirmek, üretimdeki teknolojik gelişmelere ayak uydurabilmek için ArGe departmanları şirketlerin piyasadaki yerlerini koruyabilmek ve büyütebilmek için önemli bir rol oynuyor. Daha çok üniversite sanayi işbirliğininin teşvik edilmesiyle, teknofest gibi etkinliklerle ArGe departmanlarının etkinlikleri için gerekli finansman kamu kaynaklarıyla karşılanmış oluyor. Bu bağlamda ‘YÖK-Üniversite-Sanayi İş Birliği’ ve ‘Bölgesel Kalkınma Odaklı Misyon Farklılaşması ve İhtisaslaşma’ programları yürütülüyor. Bazı durumlarda ise üniversitelere sağlanan veya TUBİTAK gibi kurumlardan aktarılan finansman araştırmalar için yeterli gelmediği için üniversiteler kaynak bulabilmek için şirketlerle işbirliğine gitmek zorunda kalıyorlar. Zaten YÖK’ün strateji planında ve TÜSİAD’ın yükseköğretimle ilgili raporlarında3 üniversitelerin mali kaynaklarını çeşitlendirmesi teşvik ediliyor. 

Üniversitelerin piyasanın ihtiyaçlarına yönelik çıktılar üretmesi için verilen eğitimin de piyasayla uyumlaştırılması gerekiyor. Stratejik planda da üniversitelerde hem yönetim hem de bölüm düzeyinde sanayicilerden, iş insanlarından, yöneticilerden oluşan danışma kurullarıyla toplantılar yapılması gerektiği belirtiliyor. Stratejik plandaki hedef 9.3 -yeni programların tasarımında sektör temsilcileri, iş insanları ve girişimciler ile düzenli istişareler yoluyla iş birliğinin sağlanması- ve hedef 9.5 -istihdamdakiler için teknolojik değişimlerin zorladığı yeni beceri ve yetkinlikleri kazandıracak programların tasarlanması ve iş dünyası ile bu alanda işbirliği yapılması- bu alandaki düzenlemeleri belirtiyor. TÜSİAD raporlarında da üniversitelerin sanayicilerin de dahil olduğu mütevelli heyetleri tarafından yönetilmesi öneriliyor.

Bu yükseköğretim modeline göre üniversite sadece dışardan piyasanın ihtiyaçlarını destekleyen bir kurum değil üniversitenin kendisinin de bir ticari üretim merkezi haline gelmesi gerekiyor. Akademik üretimlerin daha hızlı bir şekilde ticarileşmesi, patent üretimi, teknokentler, üniversitelerden çıkacak şirketler bu modelde teşvik ediliyor. Stratejik plandaki “araştırma ve yenilik kapasitesinin geliştirilmesi ve üniversitelerdeki teknoloji transfer ofislerinin güçlendirilmesi” amacı kapsamında teknoloji transfer ofislerine vergi teşviki yapılması, fikri hakların ticarileştirebilmesinin kolaylaştırılması, teknokentlerin ve üniversitelerden çıkan şirketlerin desteklenmesi hedefleniyor. Bu gayede gerekli mevzuatların 2025 yılında tamamlanması hedefleniyor.

Üniversiteleri özel sektörün bir ArGe departmanına dönüştürmek, üniversiteleri iş dünyasından insanlarla birlikte yapılandırmak, üniversitelerde ticari üretimler yapmak bunların hepsi bilimsel ve teknolojik üretimi sermaye sınıfının tahakkümüne girmesini sağlıyor. Bu müdahaleler toplumu üniversitenin yönetimine katmak, toplumsal fayda üretmek argümanlarıyla savunuluyor. Aslında burada üniversite yönetimine katılan toplum sermayedarlarla, sanayicilerle, toplumsal fayda ise piyasanın faydalarıyla bir tutuluyor.4

Güncel yükseköğretim modelinde paralı eğitimin yaygınlaşması ve eğitim ihracı ile eğitim kar getiren bir sektör haline geldi. Türkiye’de ilk vakıf üniversitesi 1984 yılında kuruldu. Ardından 90’larda 18 vakıf üniversitesi daha kuruldu. 2008’de vakıf üniversitelerini kurmak için gerekli olan biri beşeri olmak üzere üç fakülte şartı kaldırılarak vakıf üniversitelerinin kurulması kolaylaştırıldı ve vakıf üniversitelerine kurulmaları için gerekli sermayenin bir kısmının karşılanması, arazi tahsisi gibi teşvikler verildi. Bu zamana kadar 28 olan vakıf üniversitesi sayısı bu değişiklikten sonra 76’ya yükseldi ve sadece belli meslek gruplarını üreten vakıf üniversiteleri ortaya çıkmaya başladı.

2006 yılında her ile bir üniversite açılmaya başlanması ile alt sınıfların üniversiteye erişimi artmış oldu. Elbette bunun amacı herkese üniversite eğitimine ulaşma hakkını sağlamak değil. TÜSİAD’ın eğitime dair raporlarında da desteklenen kitle üniversiteleri ve elit üniversiteler içeren yükseköğretim modelini oluşturabilmek. Bu modele göre devlet üniversiteleri kitlesel iş gücünü üretecek, vakıf üniversiteleri ve birkaç seçkin devlet okulu araştırmada uzmanlaşacak ve belli başlı meslek gruplarını üretecek. Özel derse, özel okula, dershaneye, ders kitaplarına erişim ile üniversiteye hazırlık sürecinde kendini gösteren toplumsal eşitsizlik kitle ve elit üniversiteler modeli ile yükseköğretim kurumlarında yeniden üretiliyor. 

Bu hiyerarşinin en alt basamağında ise sanayi için ara eleman, teknik eleman yetiştirecek meslek yüksek okulları yer alıyor. 2024-2028 Stratejik planında “mesleki ve teknik eğitim-öğretimin uygulamalı ve sektörle işbirliği halinde gerçekleştirilerek işgücü piyasası ile mesleki eğitim-öğretim arasındaki bağın güçlendirilmesi” hedefi doğrultusunda organize sanayi bölgelerinde kurulmuş olan meslek yüksekokulu sayısının ve bu meslek yüksekokullarındaki program sayısının artırılması planlanıyor. 2023 yılında 16 olan OSB’lerdeki meslek yüksekokulu sayısının 2028 yılının sonunda 30 olması hedefleniyor. OSB’lere teknik eleman yetiştirilmesi orta okuldan başlayıp meslek yüksekokuluna kadar uzanan bir süreç haline geldi. 2023-2024 eğitim öğretim yılında MESEM kapsamında çalışan 9 çocuk işçi iş cinayetiyle hayatını kaybetti.5 Büyük çoğunlukla alt sınıftan ailelerin çocukları bu programlara katılmak zorunda kalıyor. Bu programlarla hem çocuklar ucuz işgücü olarak sömürülüyor hem de yoksul ailelerin çocukların örgün öğretimi için gerekli harcamalardan kaçınılıyor. 

2024-2028 Stratejik planında yükseköğretimin uluslararasılaştırılması üzerine çokça duruluyor. Bugün 6.3 milyondan fazla uluslararası öğrenci var ve küresel yükseköğretim ekonomisinin 370 milyar dolarlık bir büyüklükte olduğu hesaplandı. Bu miktar öğrencilerin okul ücreti, barınma ve diğer ihtiyaçları için yaptıkları harcamaları içeriyor. Bu ekonomiden en büyük kazancı çoğunlukla Asya Pasifik bölgesinden gelen öğrencilerden sırasıyla ABD ve İngiltere alıyor. YÖK’ün amacı da Türkiye yükseköğretimini uluslararası rekabete sokmak ve bu devasa ekonomiden önemli bir pay edinebilmek.6 Bu yöndeki uluslararası öğrenci sayısını, uluslararası iş birliklerini, Türkiye yükseköğretiminin uluslararası tanınırlığının artırılması gibi hedefler “yükseköğretimin uluslararasılaşma düzeyinin yükseltilmesi, ülkemizin nitelikli uluslararası öğrenciler ve akademisyenler için çekim merkezi haline getirilmesi” amacı altında listelenmiş. Vakıf üniversiteleri ve eğitim ihracatı ile eğitim de bir meta olarak piyasadaki yerini alıyor.

Özetle, birçok alanda sosyal hakları kısıtlayan neoliberal dönüşüm eğitim alanında da piyasanın güdümünde yönetilen üniversiteler, ticarethaneye dönüştürülen kampüsler, paralı eğitimle sınıf ayrımını yeniden üretildiği vakıf üniversiteleri, ayrı bir ihracat kalemi haline gelmiş bir yükseköğretim sektörü öneriyor. YÖK ve TÜSİAD tarafından erişilebilir, kapsayıcı, kaliteli, yenilikçi, küresel olarak tarif edilen bu model toplumun genel sorunlarını geçelim kendini ilgilendiren sorunlar için bile ses çıkaramayan, baskı altında tutulan, bireyci bir gençliğin yetiştirilmesine hizmet ediyor. Bu model iddia ettiği şekilde istihdamı ve sosyal refahı artırmayacağı gibi diplomalı işsizler ordusunun büyümesine, daha çok öğrencinin okurken çalışmak zorunda kalmasına, barınma, burs ve beslenme sorunları yaşamasına sebep oluyor.78

Öğrenciye Ne Kalıyor?

Peki gelecekte ülkenin eğitim seviyesini, istihdamını, refahını artıracak tıkır tıkır işleyecek bir makineymiş gibi anlatılan bu modelde öğrencilere ne kalıyor? 2024 yılında TÜİK’in açıkladığı verilere göre dar tanımlı genç işsizlik oranı yüzde 15,9 iken DİSK’in açıkladığı geniş tanımlı genç işsizlik oranı yüzde 36,2. Yine TÜİK verilerine göre genç işsizlerin yüzde 13’ü yükseköğretim mezunu.9 Eğitim sistemi koca bir diplomalı işsizler ordusu yaratmış durumda. Üniversite ve üniversitenin önce ve sonrasındaki süreç gençlerin eğitim ve çalışma haklarını karşılayamıyor. Artan barınma, beslenme, ulaşım masrafları yüzünden üniversite hayatı boyunca kafelerde, depolarda çalışmak zorunda kalan gençler mezun olduktan sonra da dört yıl boyunca okudukları bölümden iş bulamıyorlar.

Okuldan okula değişse de son yapılan yemekhane zamlarıyla birlikte okuldaki yemekhane ücreti üç öğünden günlük ortalama 60 liraya denk geliyor. Bu da aylık ortalama 1800 TL’lik yemek masrafı yapar. Şu anki KYK bursunun miktarı ise 2000 TL. Ay boyu üniversitesinin yemekhanesinden beslenen bir öğrenciye KYK bursundan barınma, kitap, sosyalleşme gibi ihtiyaçları için sadece 200 TL kalıyor. Üniversitelerin bulunduğu bölgedeki lokal ekonomiyi canlandırmak adına ailelerin yıllarca çalışıp edindiği birikime çökülüyor. Ailesinden destek alamayacak birçok öğrenci ise okurken çalışmak zorunda kalıyor. Öğrenciler bu durumdayken birçok üniversiteden yönetimin makam arabaları, toplantı salonları, lojmanlar için yüz binlerce lira harcayabildiği haberleri geliyor. Boğaziçi Üniversitesi rektörlük lojmanı ve ofisi için toplam tutarı on milyon liradan fazla olan ihaleler düzenledi. Çukurova Üniversitesi iki milyon liralık rektörlük makam aracı için ihale düzenlendi. Batman Üniversitesi Erasmus programı için ayrılan bütçe ile mobilya satın aldı. Her üniversitede bunlar gibi onlarca lüks harcama ve yolsuzluk örneği var.

Barınma meselesine gelirsek yeterince özel alan içeren, depreme dayanıklı bir yerde yaşayabilmek  öğrencilerin çoğu için bir lüks. Birçok öğrenci KYK yurtlarında, okul yurtlarında kendine ait özel bir alana sahip olmadan küçücük, tıklım tıklım dolu odalarda yaşamak zorunda. 2023 yılının Ekim ayında Aydın Güzelhisar KYK yurdunda gerçekleşen asansör düşmesi sonucu Zeren Ertaş vefat etmişti.10 Yine 2023’ün Aralık ayında Aksaray’daki KYK yurduna gitmek için karşıdan karşıya geçerken araba çarpması sonucu Mine Nur Uysal hayatını kaybetmişti. Öğrencilerin defalarca yol üzerinde trafik ışıkları, yaya geçidi, üst geçit talep etmesine rağmen hiçbir önlem alınmadı. Zeren ve Mine’nin vefatından beri KYK yurtlarında kalan öğrencilerden Barınamıyoruz Hareketine yüzlerce ihbar geldi. Düşen, bozulan asansörler, yurtların etrafında devam eden inşaatlar, toplu yemek zehirlenmeleri hala öğrencilerin hayatını riske atıyor. Okul ve KYK yurtlarında yer bulamayan öğrenciler bizzat devletin eliyle tarikat yurtlarına gönderiliyor. Öğrencilere 2000 TL burs veren, KYK yurtlarında öğrencileri insanlık dışı koşullara mahkum eden devlet, öğrencilere Nakşibendi gibi Işıkçılar cemaati gibi uzun yıllardır devletle yakın ilişkileri bulunan tarikatların yurtlarında kalsınlar diye 4000 TL verebiliyor. Devletin, ailenin, tarikatların baskısından öğrencilerin ne tecrübe ettiğini Enes Kara’nın son sözlerinden biliyoruz. Eğer okurken hayatta kalabilirlerse mezun olduktan sonra ise gençleri ya işsizlik ya da yaşam boyu sömürü bekliyor.

Bunca kötü koşula karşı gelişebilecek tepkileri büyümeden engelleyebilmek için öğrenciler sürekli baskı altında tutuluyor. KYK yurtlarında öğrencilerin bir araya gelip konuşmaları için Whatsapp grubu kurmaları bile disiplin suçu olarak görülüyor. Kayyum düzeni üniversiteleri ‘hizada’ tutma görevi görüyor. Üniversitelerin her tarafı daha çok güvenlik kameralarıyla donatılıyor, daha çok güvenlik elemanı işe alınıyor. Sivil polisler bizzat kampüslerin içinde görevlendiriliyor. Bugün Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısında hala gözaltı aracı bekletiliyor. Üniversitelerde verilen mücadelelerin kamuoyu ile buluştuğunda ne kadar büyüyebildiğini Boğaziçi eylemlerinde görmüştük. Direnişin yenilgisine rağmen bugün hala yeni öğrenciler ve halk arasında kayyum politikalarına karşı verilen mücadele karşılık bulabiliyor. Bunun tekrarlanmaması için gerçekleşebilecek bütün öğrenci eylemlilikleri özellikle kampüs içinde tutulmaya ve kampüs içindeki mücadelelerin dışarıya taşması engellenmeye çalışılıyor. 

Bunca baskıya rağmen öğrenciler hala hem üniversiteye dair hem de toplumsal konulara dair eylemlilikler ortaya koyabiliyorlar. Boğaziçi direnişinin yenilgisi ardından öğrenci hareketi yavaş yavaş tekrardan patlayacağı noktayı arıyor. Zeren Ertaş’ın ölümü ardından uzun süredir sessiz kalan bir sürü KYK’da öğrenciler eyleme başladılar. Zeren Ertaş eylemlerinden bu yana irili ufaklı konularda KYK’da öğrenciler çeşitli eylemler yapabilmeyi başardılar. Üniversitelerindeki anti-demokratik kararlara karşın yüzlerce Boğaziçi ve İstanbul Üniversitesi öğrencisi demokratik üniversite talebiyle gösteriler planladı. ODTÜ’de öğrenciler bahar şenliklerini gerçekleştirebilmek için yürüdüler. Boğaziçi’nde alternatif mezuniyetlerini gerçekleştirdiler. 6 Ekim günü iki kadının bir erkek tarafından katledilmesinin ardından bir sürü KYK yurdunda ve üniversitede ögrenciler kampüslerden taşan kitlesel eylemler düzenlediler. Bu sırada öğrenci eylemliliklerini meşrulaştıran ve üniversitelerdeki anti-demokratik müdahalelere dair iki tane hukuki karar ortaya çıktı. Söz konusu yasa hala cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yürürlükte olsa da cumhurbaşkanına kayyum atama yetkisi veren kanun hükmünde kararname AYM tarafından iptal edildi. Yine AYM öğrencilerin kampüs içinde önceden izin almadan bildiri dağıtmasını ve toplantı yapmasını yasaklayan YÖK kanunu ifade özgürlüğüne aykırı olduğu için iptal etti. Büyüyen ve sonuç verebilen bu öğrenci mücadelesini nasıl bir yükseköğretim modeliyle birleştirmeliyiz ve nasıl siyasallaştırmalıyız? 

Nasıl Olmalı?

Üniversiteler sadece piyasalar için bilgi üreten kurumlar değil, toplumsal fayda için bilgi üreten ve toplumsal meselelere müdahale edebilecek yurttaşlar yetiştirecek kurumlar olmalıdır. Bugün üniversitesindeki kayyum yönetimden, anti-demokratik yönetimin tahribatlarından şikayetçi olan öğrenciler de, barınma, beslenme gibi ihtiyaçlarını karşılayabilmek için okurken çalışmak zorunda kalan öğrenciler de, mezun olduğu bölümle ilgili bir alanda çalışamayacak, gelecek kaygısı yaşayan öğrenciler de aynı mücadelenin özneleridirler. Öğrencilerin hem eğitim, barınma gibi haklarını koruyabilmeleri için hem de toplumsal konularda üniversite içinde faaliyet gösterebilmeleri için demokratik ve özerk üniversite talebinin arkasında durulmalıdır. Öğrencilerin toplantı ve ifade özgürlüğünün güvenceye alındığı, kulüp ve topluluklar üzerindeki baskı ve sansürün kalktığı bir üniversite devrimci öğrencilerin faaliyetlerini yürütebilmesi için de elzemdir. Nasıl bugün işçiler holdinglerin, devletin, sivil toplum ve tarikatların, sarı sendikaların ablukası altında ise öğrenciler de devlet tarafından YÖK’le, polisle, medyayla, kayyum rektörlerle, yurt amirleriyle, öğrencilerin hakları için örgütlenmesini engelleyen okul ve yurt yönetmelikleriyle, tarikat yurtlarıyla, kariyer kulüpleri ve toplulukları ile aynı ablukanın altında tutulmaktadır. Demokratik üniversite mücadelesi verirken bu abluka ve merkezi siyasi gündemler iyice çözümlenmelidir çünkü üniversite iktidar ve toplumsal ilişkilere bağlı olarak şekillenir ve kamusal alanda faşizm yükselirken, otoriter bir rejim varken bunlardan azade bir demokratik üniversite kurulamayacağını bu mücadeleyi veren herkes farkında olmalıdır. 

Sınıfsal ve meritokratik engellere takılmadan parasız, laik ve bilimsel eğitime ulaşım herkesin bir hakkı olmalıdır. Piyasayı değil toplumsal faydayı önceleyen bir yükseköğretim modelinde eğitimi metalaştıran öğrencileri müşteri olarak gören vakıf üniversitelerine yer olamaz. Ayrıca vakıf üniversitelerinin varlığı elit üniversiteler ve kitle üniversiteleri ayrımını derinleştirmekte ve de kitle üniversitesi kategorisine giren üniversitelerdeki eğitimin niteliksizleşmesine sebep olmaktadır. Kitle üniversitelerinin çoğunluğunu taşradaki üniversiteler oluşturmaktadır. Bu üniversitelerin birçoğu AKP’nin her ile bir üniversite projesi sonucunda açıldı. Projenin uygulanma sebebi bu olmasa da herkesin eğitime ulaşım hakkına ulaştırmasını sağlaması açısından bu üniversitelerin açılması iyi bir şeydir. Bu yüzden taşra üniversitelerinin varlığı sorgulanmamalıdır. Bu üniversiteler üzerinden yürütülecek mücadele üniversitelerin bölgenin piyasasına hizmet eden, bölgeye ara eleman yetiştiren mevcut işlevlerine karşı olmalı ve de bölgeye toplumsal fayda sağlamayı ve buradaki öğrencilerin düşünsel ve bilişsel yetilerini geliştirmeyi hedefleyen laik ve bilimsel bir eğitim vermeleri talep edilmelidir.

Yeni bir yükseköğretim modeli için mücadele yürütmek sadece öğrencilerin sorumluluğunda değildir. Akademik özgürlükleri kısıtlanan akademisyenler, projelerde bursiyer kapsamında güvencesiz çalıştırılan araştırma görevlileri, yeni Orta Vadeli Program kapsamında sosyal hakları tehlikede olan üniversite personelleri ve hatta üniversite kamu kaynaklarıyla toplumsal fayda üretecek bir kurum olacaksa toplumun diğer bileşenleri de bu mücadelenin bir parçası olmalıdır. Toplumsal olaylara da sadece öğrenciler değil üniversitenin diğer bileşenleri de farklı şekillerde müdahale etmelidirler. 2015’de Kürt halkına yönelik katliam ve baskılara karşı yayınlanan Barış İçin Akademisyenler Bildirisi bunun kıymetli ve onurlu bir örneğiydi.

Öğrenci hareketlerine karşı başka bir tehdit de ülkücü, faşist çetelerin üniversitelerde oluşturduğu kulüp ve topluluklardan gelmektedir. Bu gruplar öğrenci eylemliliklerini mümkün olduğunca üniversite içinde tutmaya çalışmak ve toplumsal olaylarla ilgili eylemleri depolitize etmek için uğraşmaktadırlar. Bunun en güncel örneğini 6 Ekim’de katledilen İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil için yapılan eylemlerde gördük. Faşist çeteler eylemlerde hem 6284’ün uygulanması, İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması taleplerini ileri sürmeyerek eylemlerin politik olarak içini boşaltmaya hem de Jin, Jiyan, Azadi sloganı atan kadınları kriminalize ederek enternasyonal kadın dayanışmasını hedef almaya çalıştılar. Ankara Üniversitesi ve Koç Üniversitesi’nde eylem yapan kadınlara fiziksel saldırıda bulundular. Ülkücü çetelere karşı anti-faşist mücadeleyi sol ve devrimci güçler kampüslerde de taviz vermeden sürdürmeye devam etmek zorundadır.

KYK yurtlarında insanlık dışı koşullarda yaşayan öğrenciler de yüksek kiralara depreme dayanıksız evlerde yaşayan vatandaşlar da ucuz ve nitelikli barınma hakkının güvence altına alınmamasından muzdariptir. Üniversitelerdeki anti-demokratik yönetim ülkedeki demokrasi sorunuyla, okurken çalışmak zorunda kalan öğrencilerin mücadelesi kötü çalışma koşullarında ölüme kadar sömürülen işçilerin mücadeleleriyle ilişkilidir. Eğitime değil savaşa bütçe ayıran emperyalist politikalara karşı anti-emperyalist mücadele kampüslerde yükselmelidir. İşte bu yüzden biz Gençlik Komiteleri olarak üniversitelerdeki hak mücadeleleri için, öğrencilerin barınma hakları için, MESEM’lerde sömürülen lise öğrencileri için11, KYK borçlularının mağduriyetlerine karşı mücadele ederken Bartın ve İliç’te katledilen madenciler için de, Suruç şehitleri için de, Filistin’de süregelen soykırıma karşı da12 sokaklara çıktık. Yeni eğitim-öğretim yılında da bu mücadeleyi büyütmeyi sürdüreceğiz. 

Yazının son kısmında tarif edilen gibi bir yükseköğretim modeli ancak uzun ve tutarlı bir öğrenci hareketi sonucu oluşabilir. Bu mücadelenin geçmesi gereken birçok durak olacaktır. Önemli olan bu anlarda öğrencilerin örgütlülüğünü koruyabilmesi ve o anın merkezi siyasal meseleleriyle bağ kurarak üniversite mücadelesini büyütebilmesidir. 

  1. Yükseköğretim Kurulu, 2023, Yükseköğretim Kurulu 2024-2028 Stratejik Planı ↩︎
  2. Eğitim Sen Yükseköğretim Bürosu, 2011, Gümüş, A., Kurul, N., Üniversitelerde Bologna Süreci Neye Hizmet Ediyor? ↩︎
  3. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği, 2008, Visakorpi J., Stankovic, F., Pedrosa, J., Rozsnyai, C., Türkiye’de Yükseköğretim: Eğilimler, Sorunlar ve Fırsatlar ↩︎
  4. Sabit, A., Benli, F., Akça, İ., (2001). Geç Kapitalizm, Yeni Sağ ve Yeni Üniversite, Birikim, 142-143, 57-69 ↩︎
  5. https://genclikkomiteleri.org/2024/09/mesemde-biten-hayatlar-alperen-arda-eren-erol-can-ulas-murat-can-alperen-enes-zekai-ve-omer-hazirlayan-osman-cakli/ ↩︎
  6. https://www.aa.com.tr/tr/analiz/gorus-yuksekogretimde-uluslararasilasma-ekonomik-kalkinma-ve-diplomatik-etkiyi-nasil-artiriyor/3237017 ↩︎
  7. https://genclikkomiteleri.org/2024/02/kamcisini-sirtinda-tasiyan-ogrenci-harun-arslan-demir-karabacak/ ↩︎
  8. https://genclikkomiteleri.org/2024/03/universiteler-kimin-neoliberal-universite-ve-baski-yontemleri-sevval-sari/ ↩︎
  9. https://ankahaber.net/haber/detay/diskar_genis_tanimli_issiz_sayisi_10_milyon_890_bin_192669 ↩︎
  10. https://genclikkomiteleri.org/2024/01/zereni-kim-oldurdu-eda-kocak/ ↩︎
  11. https://genclikkomiteleri.org/2024/03/cocuklugumuzu-geri-alalim-lise-komiteleri-kuruluyor/ ↩︎
  12. https://genclikkomiteleri.org/2024/07/anti-emperyalist-siyasi-mudahaleler-filistin-icin-1000-genc/ ↩︎