GK Notu: Osman Çaklı tarafından Gazete Duvar’a yazılan yazıların derlemesini yayınlıyoruz. Derleme 23/09/24 tarihinde İSİG Meclis’de yayınlanmıştır. Devlet ve sermaye işbirliği ile MESEM’lerde sömürülen gençlerin hikayesinin dikkatle okunmasını istiyoruz. Bu suça, çocuk işçiliğe göz yummayacağız. Çocukluğumuzu, gençliğimizi, hayatımızı savunacağız.
Alperen’in hayalleri düştüğü asansör boşluğunda kaldı
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) verilerine göre sadece 2023-2024 eğitim-öğretim döneminde Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) kapsamında işçi olarak çalışan, yaşları 14 ile 17 arasında değişen 9 çocuk iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Yine 2024’ün ilk 7 ayında MESEM kapsamında olan ya da olmayan işlerde en az 45 çocuk iş cinayetlerinde öldü. 2013’ten bu yana (31 Temmuz 2024’e kadar) resmi kayıtlara yansıyan çocuk işçi ölümlerinin sayısı ise 716 olarak gerçekleşti.
MESEM hakkında öğretmen sendikaları, veliler ve çeşitli kitle örgütleri, bir dizi eleştiri yapmış, MESEM’in ‘sermayeye ucuz iş gücü yığınağı’ oluşturma amacı taşıdığını söylemişti. Eğitimin daha nitelikli hale getirilmesi yerine, çocukların okuldan uzaklaştırıldığı bir düzende, her çocuk işçi ölümünde bu konu yeniden gündeme geldi. Ancak hükümet MESEM uygulamasından vazgeçmedi. Türkiye’de MESEM kapsamında ne kadar çocuk işçi çalıştırıldığına dair net bir veri bile sunulmuyor. Sadece ölen her yeni canla büyüyen bir liste tutulabiliyor!
Milli Eğitim Bakanlığı’nın yönlendirmesiyle gittikleri ağır işlerde can veren bu çocukların bazılarının ölüm haberlerinde isimleri bile geçmiyor. İş kazası istatistiklerine bir ‘sayı’ olarak geçen çocukların yakınlarına ulaştık, onların hikayelerini ve artık asla gerçekleşmeyecek olan hayallerini dinledik.
Buharlı makinelerin seri üretimde kullanılmaya başlanmasıyla birlikte, 19’ncu yüzyılda işçiler dayanışma ve yardımlaşma dernekleri kurmaya başlamıştı. Günde 18 saate ulaşan çalışma sürelerine dayanmak hiç kolay değildi. Daha fazla üretim, patron için daha fazla kâr demekti. Daha fazla üretim ve ucuz iş gücü ise daha da fazla kâr demekti. Ücretler ancak günlük yaşamı sürdürebilecek kadardı. İşçiler mücadeleleriyle kuşkusuz, azımsanmayacak kazanımlar elde etti. 21. yüzyıla geldiğimizde, böylesi sarp ve engelli yollardan henüz geçememiş Türkiye gibi ülkelerde patronların daha fazla kâr hırsı, devlet eliyle de organize edilmeye başladı. Bunun en yakın örneklerinden biri de MESEM’ler. Aktif (çalışan) nüfusun dışında, çocuklar da meslek liselerinden çalışma yaşamına ‘adaptasyon’ adı altında kendilerini güvencesiz iş sahalarında buldu. Güvencesizlik, sayısız ‘kaza ile ölüm’ü beraberinde getirir oldu. Ölenlerin adları, raporlardaki sayılarda yerini aldı. Bu gidişe dur diyecek herhangi bir önlem ya da politika ise henüz oluşturulmuş değil.
Görev ve yetkileri Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmesiyle birlikte çıkarılan 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi kapsamında belirlenen Meslekî ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen MESEM uygulamasının amacı, ‘çırak, kalfa ve usta yetiştirmek’ olarak ilan edildi. Buna göre sisteme dahil olan ve ortaokulu bitirmiş öğrenciler haftada dört gün pratik, bir gün de teorik eğitim verilerek yetiştirilecek. Yani dört gün işçilik bir gün öğrencilik yapacak. Ancak bu dizi boyunca göreceğiniz gibi çocuk işçilerin mesaileri bu sürelerle de sınırlı kalmıyor. 9, 10 ve 11. sınıf öğrencilerine en az asgari ücretin yüzde 30’u, 12. sınıf öğrencilerine asgari ücretin en az yüzde 50’si ödeme ön görülürken gerçekte verilen ücretler ‘arada sırada cep harçlığı’ seviyesinde kalabiliyor. Ve elbette en acısı üst üste gelen ölüm haberleriyle görülüyor ki, devlet eliyle işçi yapılan bu çocukların MESEM’le biten hayatları, öldükleri gün yapılan kısa haberler dışında ülke gündemi bile olamıyor.
Belki onların hikayelerinin bilinmesi bunu sağlayabilir. Ve belki halen hayatta olanlar için bir şeyler değişebilir.
Başlayalım…
‘İHMAL VAR’
Alperen Kocayavuz, Fatih Sultan Mehmet Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nin Mesleki Eğitim Merkezi’nde eğitim görüyordu. Ölümünden yalnızca birkaç ay önce 15 yaşına girmişti. Ankara Çubuk’ta yaşayan Kocayavuz, geçen Temmuz ayında çalıştığı inşaatın altıncı katından asansör boşluğuna düşerek vefat etti. Alperen Kocayavuz’un ailesine ulaştık. Ancak, “Yaramızı kanatmak istemiyoruz” diyerek şu an için konuşmayı istemediler. Bu nedenle Alperen Kocayavuz’un hikayesini ölümünden sonra olayı araştıran eğitimcilerden dinleyebildik.
Babası Tamer Kocayavuz olayı ilk duyduğunda, MESEM’de ölen çocukların başına gelenlere dair en çok duyduğumuz kelimeyle tarif etmiş durumu: İhmal!
Ailesinin acısı taze ancak öfkeleri de öyle: “Kâr hırsıyla almadıkları önlemler yüzünden oğlumuz can verdi” diyorlar konuşabildiklerinde…
‘HER İŞE YOLLANIYORDU’
Ailesinin anlatımlarına göre Alperen’in, bazı günler sabah 06.00’da başlayan mesaisi, akşam 21.00’e kadar sürüyormuş. Öğretmenleri ise bu konudaki şikayetleri geçiştirmiş. Ailesi onun ‘her işe yollandığından’ yakınmış ama diğer aileler gibi onların da asıl derdi ‘oğlumuz bir meslek öğrensin, eli iş tutsun’ olmuş. Bu yüzden MESEM kapsamında bir doğal gaz tesisatçısında çalışmasına izin vermişler. Ancak çalıştığı inşaatta Alperen her işe koşulmuş, düşüp öldüğü o karanlık asansör boşluğuna bile… Baba Tamer Kocayavuz’un bir başsağlığı ziyaretinde olayı anlatırken sorduğu şu soru ise yanıtsız: “Doğal gaz tesisatı yapacak birinin asansör boşluğunda ne işi var?”
‘PARASINI VERMİYORLARDI’
Üstelik Alperen Kocayavuz, alması gereken azıcık ücreti de alamıyormuş. Sadece ara ara haftalık verilmiş. Bazen o da verilmemiş. Ailenin anlatımına göre, devletin kendisi için işverene ödediği ücret de kesilmiş yani. Bu yüzden Alperen bazı hafta sonları gelip ailesinden para ister olmuş. “Sen bütün hafta çalıştın paranı vermediler mi?” diye sorulduğunda da, “Ustanın elinde para yokmuş sonra verecek” diyormuş…
‘ASIL BİZ SİZE PARA VERELİM’
Alperen’in ölümünden sonra yanında çalıştığı müteahhidin onu tanımadığı da iddia edildi. Ancak bu olay nedeniyle gözaltına alınıp tutuklanan ve halen cezaevinde olan müteahhit, şimdi ailesine haber yolluyor, “Ne isterseniz vereyim” diyor…
Aile ise tepkili: “Asıl biz size ne istiyorsanız verelim, siz bize çocuğumuzu geri verin. Hiçbir önlem alınmamış. Paranızı pulunuzu değil, çocuğumuzu geri istiyoruz.”
Alperen Kocayavuz, MESEM’de ölmese ‘meslek sahibi’ olacaktı…
‘Babasından daha büyük bir adam’ olacaktı, 14’ünde öldü
2000’li yıllar sonrası teknolojinin her alana yayıldığı bir dünyaya doğan çocuklar, sosyal medyayla da organik bir ilişki geliştirdi. Sosyal medyadaki ‘yeni kültür’, çocukların hayallerini, hırslarını belirler oldu. Oralardaki şatafatlı yaşamları, lüksü, zenginliği gören çocuklar, o dünyaya özenmeye başladı. Kuşkusuz herkesin bu durumu yaşadığına şahit olduğu çocuklar vardır. 14 yaşındaki Arda Tonbul da onlardan biriydi. Hayata karşı bir sözü vardı. Babası Raşit Tonbul’un anlatımına göre Arda, ‘büyük adam’ olacaktı. O yüzden daha küçükken kurduğu futbolcu olma hayalini bile terk etmişti.
7 AYLIKKEN ANNESİNİ KAYBETTİ
İş güvenliği önlemlerinin alınmadığı iş yerlerinde ölen çocuklardan yalnızca biri Arda Tonbul. 9 Ocak 2024’te İstanbul Büyükçekmece’de metal sektöründe çalıştığı fabrikada kafasının sac büküm makinesine sıkışmasıyla öldü. Her yıl onlarca çocuk işçinin öldüğü Türkiye’de, Arda Tonbul’un hikayesini başka pek çok örnekten ayıran önemli bir özellik var. Arda Tonbul, Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) kapsamındaki öğrencilerden biriydi. Yani ‘devlet güvencesi’ altındaydı. Ancak ‘fiili durum’ bu güvenceyi hiç gösteremedi. En azından MESEM’lerde ölen çocukların hiçbiri için biz böylesi bir güvenceye tanık olmadık. Devlet yönlendirmesiyle MESEM’lerde çocuk yaşta, ‘işçileştirilen’ canlar, işverenlerin almadığı güvenlik önlemleri nedeniyle birer birer ölüyor…
Arda Tonbul’da henüz 14 yaşında bu yüzden öldü. Ailesi aslen Giresun Şebinkarahisarlı. İş ve aş derdinden İstanbul’a göçmüş babası. Annesi, Arda henüz 7 aylıkken vefat etmiş. Ona rağmen, hayata coşkuyla tutunmuş Arda. Babası oğlundan söz ederken, ses tonundan gurur yansıyor. Her ailenin çocuğu gibi Arda da Tonbul ailesinin ‘biricik’ evladı…
‘BÜYÜK ADAM OLACAĞIM’
Çocuk yaşta ölen işçilerin nasıl insanlar olduğunu merak ettiniz mi? Babası Arda’dan şöyle söz ediyor: “Çocukluğundan beri futbolu severdi, Galatasaraylıydı. Ben Arda’ya takılıyordum. ‘Oğlum, imkanımız olsa da seni altyapıya yazdırsak’ diyordum. Ölmesinden önce son 1-2 yıla kadar iş hayatına meyletmeye başladı. ‘Ben büyüyüp iş adamı olacağım baba, senden daha büyük adam olacağım’ diyordu. Atılgandı, çalışma azmi vardı.”
‘BEN DE METAL SEKTÖRÜNDEYDİM’
Baba Raşit Tonbul, İstanbul’e yerleşme gerekçelerini de anlatıyor: “İş nedeniyle Giresun’dan göç ettik. 80’li yılların ortalarında ben okula giderken, insanlar göç etmeye başlamıştı. İstanbul’a geldik, şimdi emekli oldum ama ben de metal sektöründe çalışıyordum.”
‘MESLEK EDİNSİN DİYE GÖNDERDİM’
Arda, üniversiteye gitmenin ‘anlamsızlaştırıldığı’ bu dönemde, küçük yaştan meslek sahibi olmayı tercih etmiş. Bu yüzden, Büyükçekmece’deki Alkop Meslek Lisesi’ne gitmeyi kendisi istemiş. Babası da normal okullardaki niteliksizleşme yüzünden ona hak vermiş, kabul etmiş isteğini, “Çocuklar okulu bitirip meslek sahibi olamadığı için, Arda da bunu istediği için gönderdim” diyor.
‘KİN TUTMAZDI, KİMSEYE KÜSMEZDİ’
Çevresi için Arda ‘farklı’ bir çocuktu. Onu tanıyanlar öldüğü güne kadar Arda’ya ‘öf’ bile demediklerini anlatıyor. ‘Afacandı ama kimseye saygıda kusur etmezdi’ diyorlar. Babası Arda’nın ‘afacan’lığından söz ederken gülümseyerek anlatıyor: “Arda kafasına her şeyi takmazdı. Kimseye küsmez, kin tutmazdı. Hayata dolu dolu bağlı bir çocuktu. İçine kapanık değildi. Yönetme kapasitesi vardı. Arkadaşları arasında da öyleydi.”
‘HAYATA KARŞI AHDİ VARDI’
Babası, oğluyla yaptığı sohbetleri anlatıyor. Ergenliğe giren Arda’yla öğrenmesi gerektiğini düşündüğü başlıkları konuştuklarını anlatıyor: “Ben anlatırdım, sosyal medyadan gördüğü yaşamlar da vardı. Bunların gerçek olmadığını söylerdim. Çok şatafatlı yaşamlar var. Çocuklar haliyle özeniyor. İşe girdiğinde de işverenin babası Arda’ya ‘seni yetiştireceğiz, büyük adam olacaksın’ demiş. Arda da ‘kendi işimi kuracağım’ derdi. Böyle hayaller kurardı. Hayata karşı ahdi vardı…”
‘MANEVİ OLARAK FELÇ OLDUK’
Kuşkusuz kimse çocuğunu kaybetmek istemez. Oğlunun ölüm haberini aldığında dünyası başına yıkılmış Raşit Tonbul’un. Bütün aile Arda’nın ölümünden sonra hasta olmuş. Babası o günlerle ilgili konuşurken öfkeli, “Arda vefat ettikten sonra ailecek hasta olduk. Evde Arda’dan bahsetmiyoruz, küçük çocuğum kaldıramıyor. Eşim bir süre ilaç kullandı. Manevi yönden felç olduk” diyor.
‘İŞVEREN İHMALİ’
Öldüğü gün Arda’nın iş yerinden bir telefon alıyor baba Raşit Tonbul. O dönem yeni ameliyat olduğu için çalışmıyor. Küçük çocuğunu okuldan almış eve girerken geliyor telefon, ‘Arda kaza yaptı’ diyor karşıdan gelen ses. Oğlunun ‘yaramaz’ olduğunu da düşündüğünden ‘yine bir yerini çizdi herhalde’ diye düşünüyor önce. Ancak devam eden cümlelerde “Durum ciddi” ifadesini işitince, “Dünyam yıkıldı o an” diyor: “İstinye Devlet Hastanesi’ne gittim. Biz gittiğimizde ambulans yeni gelmişti. İşveren bizi çok geç aradı. Arda’nın kalbi durmuştu zaten. Ölü çocuğu taşımışlar. 16 dakika makinede kalmış, kimse görmemiş. Benim çocuğum işverenin ihmalinden öldü.”
ÖĞRENCİLER TAM MESAİ ÇALIŞTIRILIYOR
Raşit Tonbul, Arda’nın çalıştığı sektördeki normal maaş bandının o dönem için 35-40 bin lira olduğunu anlatırken, iş yeri güvenliği ve sağlığıyla ilgili alınmayan önlemleri şöyle sıralıyor: “Patron nerelerden, nasıl kısıyor düşünün. Kafasında baret yok! Baret olsaydı belki de o darbeyi almayacaktı. Bu çocuklar 4 gün işe 1 gün okula gidiyor. Sabah 08.00 akşam 18.00 çalışıyorlardı. Cumartesi de çalışmasını istiyorlardı da ben göndermiyordum. Patronları çağırıyormuş…”
‘İŞTEN GELİNCE ÇOK YORGUN OLURDU, UYURDU’
Babası, Arda’nın dinlenmesini istediği için hafta sonları işe göndermek istemiyormuş. Yapılan işin tehlikeli olduğunu da biliyormuş ancak oğlunun hevesini kırmamak için sesini çıkarmamış. Hatta başka bir bölüme yazdırmayı düşünmüş. Nedeni ise Arda’nın işten geldikten sonraki hali: “Eve geldiğinde ölü gibi yatıyordu. Tatil günleri saat 14.00’e kadar uyurdu. Gücü kuvveti yerinde olan bir çocuktu ama sonuçta çocuktu…”
‘BEDEL ÖDEMELERİ LAZIM’
Raşit Tonbul, oğlunun ölümünden sonra iktidarın MESEM’lerdeki ölümlerle ilgili sessiz kalmasına da tepkili. Arda gibi çocukların geleceğinin olmayışına üzüldüğünü anlatıyor ve oğlunun ölümünden sorumlu olan işverenin bedel ödemesini istiyor: “Arda hastaneye yatırıldığında, patronlar gelip hesabına 100 bin lira yatıralım dediler. Kabul etmedim. Zaten bu senin iş yerinde olmuş, ne fatura çıkarsa ödemek zorundasın. Ben parada pulda değilim. Ama bedel ödesinler istiyorum. Benim çocuğum öldü, hiçbir bedeli olmayacak mı? İki bayram geçti, bize teselli bile vermediler. Arayıp sormadılar. Bunun bir bedeli olmalı. Bu ülke sadece zenginlerin ülkesi değil. Adalete de güvenim kalmadı.”
Eren Dağ, vatanına saygılı olacaktı, tarlada çarpılmayacaktı…
İşçilerin geçen yüzyılda büyük mücadeleler vererek elde ettiği kazanımlar giderek erirken, Türkiye’nin yöneticileri, Avrupa’ya ‘ucuz iş gücü cenneti’ vaadinde bulunarak yatırım çekmeye çalışıyor. Kârların katlanması için her şey, ‘kaçırılmaz fırsat’ olarak görülüyor. Lise öğrencilerini kamu eliyle ‘güvencesiz’ çalışma sahasına sürecek kadar hem de! İşte Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) eliyle son 1 yılda 9 çocuğun ölümü de bu ‘fırsat’ arayışının sonucu…
Ve, “Ateş düştüğü yeri yakar” diyor 16 yaşındaki Eren Dağ’ın babası Murat Dağ, “Eren’im gitmiş, dünya yıkılsa ne olur, sahip çıkın bu çocuklara, köle gibi kullanılıyorlar.” MESEM kapsamında Konya Karapınar’da çalıştığı iş yeri için bir tarladaki panoyu tamire gittiğinde elektrik akımına kapılarak öldü Eren Dağ. Henüz 16 yaşındaydı. Babası Murat Dağ, oğlundan söz ederken yutkunuyor: “3 oğlum vardı, Eren ortancalarıydı… Ben onu vatanına saygılı olsun diye yetiştirdim. Tarlada çarpılsın diye yetiştirmedim. ”
‘ÇOCUK İŞÇİLİK’ GELENEĞİ…
Anadolu’nun ortasında Karapınar’da hayvancılık, çiftçilik, nakliyecilik ve hamallık yaparak geçimini sürdürmüş Murat Dağ. Anadolu’da çocukların erken yaşta çalışmaya, ‘bir iş tutmaya’ başlaması beklenir. Murat Dağ da öyle, çocukken tarlada çalışmaya başlamış. Kendi çocukları olduğunda da durum değişmemiş. Erken yaşta çalışmanın kendince önemini anlatıyor, “Çocukken iş öğrenmezsek, ne zaman öğreneceğiz?” diyor ve ekliyor: “Ekmek uğruna her yerde ben varım, Eren de babasının oğluydu.”
‘AZİMLİ, GÜLER YÜZLÜ, ELİ İŞE YATKIN BİR ÇOCUKTU’
‘Uslu çocuk’ yetiştirmek pek çok aile için övünç kaynağıdır. Murat Dağ da oğlundan söz ederken öyle, “Çok azimli, güler yüzlü, hürmetli biriydi oğlum. 16 yılda bir kere onun için bir şikayet almadım” diyor…
İşte o ‘uslu’ Eren, liseye geçmesiyle birlikte MESEM kapsamında babasının elektrikçilik yapan yeğeninin yanında çalışmaya başladı. Ağabeyi Musa Dağ da aynı işyerinde çalışıyordu. Babasına göre ‘iş hayatını’ sevmiş Eren. “Eli de ekmek tutacak” çocuklardan biriymiş. Her işe yatkın, tıpkı babası gibi ne iş olursa yapabilecek kabiliyette… Oyun çağları da tarlada, bağda, bahçede geçmiş. Ailesinin peşinden tarlaya gitmiş, erken yaşta çalışmaya başlama geleneğini sürdürmüş…
‘ARKADAŞ CANLISIYDI’
Sosyal çevresi geniş, arkadaş canlısı bir çocukmuş Eren. Babası, cenazesinde yaşadığı bir örneği şaşkınlıkla anlatıyor: “Karapınar 50 bin nüfuslu bir ilçe ama 35 bin kişi cenazeye geldi. Ben bu kadar kalabalığı bir tek şehit cenazesinde gördüm. Ben bu şekilde arkadaş çevresi olan bir çocuk görmedim. Hâlâ arkadaşları mezarlığı terk etmiş değil. Çocuklar sabaha kadar uyumadılar, hastanelik oldular. Bağları çok kuvvetliydi. Arkadaşları yanımdan ayrılmıyor.”
‘BİZ REÇBER ADAMIZ…’
Eren’in kendi yeğeninin yanında çalışmasının gerekçesini de şöyle anlatıyor babası: “Çünkü ortam kötü. Çocuk yetiştirmek kolay değil. Biz reçber adamız. Hangi dağda, hangi bayırda olduğumuz belli değil. O yüzden akraba yanına verdim. Gözlesin istedim. Sigara içerse cezalandırsın… Ama hiçbir şeyi yoktu.”
‘İHMAL VAR’
Eren Dağ, öldüğünde çalıştığı iş yerindeki elektrik panosunu tamir ediyordu. Ama panoda kaçak olduğunu bilmiyordu. İş sahibi de bilgi vermemişti. “Ustaların yapması gereken işi çocuklar yapıyordu” diyor babası, sinirleniyor: “İhmal var. Tarla sahibi de işveren de ihmalden sorumlu. Kader, mukadderat, ekmeği tükenmiş… Onlar başka. Ama ihmal var. İş güvenliği yok. Tarla sahibinden şikayetçi oldum. Yeğenimden de eşim şikayetçi oldu. Kim suçluysa bedelini ödeyecek, maddi manevi.”
‘MAHKEME OLUR DİYORLAR AMA HABERİM YOK’
Bazen sinirlenerek bazen üzülerek anlatmaya devam ediyor baba Dağ… Oğlu kendisi gibi olsun istememiş. Kendisinin mesleği yokmuş çünkü. Eren’in olsun, geleceği de olsun diye çalışsın istemiş: “Adam olsun diye çabaladık. Kazançlarında hiç gözüm olmadı. Devlet kanadından hiçbir yaklaşım görmedim. Ölen öldüğüyle kaldı. Bir ifade verdik, geldik. Sonrasında hiçbir şey olmadı. Kamu davası açılmış. ‘Mahkeme olur’ diyorlar. Ama daha bir haber yok.”
‘YANDIK YA, YANDIK’
Oğlundan söz ederken, yaşadıklarını hatırlıyor Murat Dağ, “Yahu, yandık ya. Karapınar yandı” diyor. Sonra devam ediyor: “Okumayan bir çocuğu ne kadar takip edebilirsin? Ya çalgıcının yanında bulursun ya da başka bir yerde. Burası kırsal memleket, herkes kimin çocuğu nerede ne yapar bilir, konuşulur çünkü… İş kurma hayalleri vardı. Anlatırsam ben konuşamam, boğazım düğümlenir. Ölmeden bir gün önce malzeme de buldu. Dükkan açacaktı. ‘Alalım mı?’ diye bana sordu. Gidip aldık, eve koyduk. Azimli, istekli çocuğun önü kesilir mi? Çıraklık eğitim merkezine onu ben yazdırdım. Müdür bana deseydi ki ‘Arkadaş bunların çalışma sistemi sabah 08.00 akşam 16.00, böyle olduğunu bilsem yazdırır mıydım çocuğumu? İşverenler sorumlu, MESEM sorumlu. 14-15 yaşındaki çocukları köle gibi kullanıyorlar. Çocuğum yoruldu mu ben işe yollamazdım ki.”
‘VATANINA SAYGILI OLSUN DİYE YETİŞTİRDİM, TARLADA ÇARPILSIN DİYE DEĞİL’
Yaşadıklarını kabullenememiş Murat Dağ, kendi tarlasında kaçak olsa, haber vermese, dışarıdan gelen ustanın bunu nereden bileceğini sorarak, ‘ihmal’e işaret ediyor ısrarla…
“Çok çocuk ölmüş, haberim de yoktu. Ateş düştüğü yeri yakıyor, anladın mı? Böyle iş mi olur ya, yazık günah ya. Ben okula yazdırdım ne bileyim böyle olacağını. 3 tane görevli çıkarsınlar, çocukları takip etsinler, olmuyor mu, ailesine başvursunlar. Bilgilendirin bizi ya. Ben çocuğumu güttüm güdeceğim kadar. Vatanına saygılı olsun diye yetiştirdim. Tarlada çarpılsın diye yetiştirmedim. Bu iş biraz takipsizlikten oldu. Çocuklar yanıyor usta. Karapınar’ın sanayisini görseniz her yer çocuk. 15 yaşında çocuk okumuyorsa, mesleği öğrenecek. Mesleği öğrenecek ama 30 yaşındaki adamın işini de yaptırmayacaksın. Okulun da ihmali çok.”
‘ÇOCUKLARIN HAKKINI ARAYIN’
Baba Murat Dağ, “Çok kahrettim” diyor. 15 yaşındaki çocuğun ağır işte ‘el bombası’ gibi olduğundan söz ediyor: “El bombası patlar, aha patladı. Bu çocukların hakkını arayın. Benim Eren’im gitti. Ne yapayım parayı? Ceylan gibi çocuk, devlet olsa ne olur, olmasa ne olur. Kıyamet kopsun ya, dünya yok olsa ne olur. Yazın, elinizi çekmeyin. MESEM falan yazın. Orada gölgede oturmasınlar.”
Eren Dağ, MESEM’de ölmese ‘eli ekmek tutacaktı’…
Erol Can’ın canı için kimse şikayetçi olmadı
“Staj gördüğü atölyede üzerine düşen sunta kalıplarının altında kalarak öldüğü” haberiyle duyduk Erol Can Yavuz’un adını, 23 Ocak 2023’te. 15 yaşındaydı, 9’uncu sınıf öğrencisiydi. Annesi, babası, dedesi ve dayısı ölümünden kısa bir süre sonra adli bir olay nedeniyle cezaevine girmişti. Erol Can Yavuz’un nasıl bir çocuk olduğunu, ailenin avukatından ‘bildiği kadarıyla’ dinleyebildik…
Daha çok ucuz iş gücüne kaç işveren “hayır” der? Okulda, parkta olması gereken çocukların birer birer öldüğünü duyuyoruz. Öyle çok da konuşulmuyor, dert bile edinilmiyor… Birkaç satır cümleyle isimlerini duyuyoruz, nasıl öldüklerini öğreniyoruz, sonra arşivdeki isimlere dönüşüveriyorlar. Erol Can Yavuz da onlardan biri…
‘15 YAŞINDA AYAKLARI ÜZERİNDE DURMAYA ÇALIŞTI’
Erol Can, aslen Kütahyalı olan Yavuz ailesinin en büyük çocuğu olarak 2009’da doğdu. 8 yaşında bir de kardeşi var. Çevresinde sessiz, sakin bir çocuk olarak tanınıyordu. Anne ve babası ayrıldıklarında, velayeti babasında kaldı. Babası ikinci evliliğini yapınca, okulla ilişkisi de zayıfladı. Annesinin avukatının anlatımına göre “çocuklar ilgisiz büyümüştü”…
Meslek öğrenmek için Kütahya Mesleki Eğitim Merkezi’nde (MESEM) İç Mekan Mobilya Teknolojisi dalına kayıt yaptırdı. Ancak burada da devamsızlıktan sınıfta kaldı. Yine MESEM kapsamında bir sunta atölyesinde işe girdi. Buradaki mesaisi de, hayatı da çok uzun sürmedi. Babasının ikinci eşinin yakınlarının işlettiği bu atölyede çalışırken hayata veda etti Erol Can Yavuz. Birçok işyerinde alınmayan tedbirlerin yokluğu burada da gün yüzüne çıkmış, sunta kapakları 15 yaşındaki Erol Can’ın üzerine devrilmişti.
15 yaşında kendine bir gelecek yaratmaya çalışmıştı. Hayallerinin ne olduğunu bilemiyoruz. Zaten yakınları bile onunla ilgili çok şeyi bilmiyor. Annesinin avukatı, bu durumla ilgili çarpıcı bir ifade kullanıyor: “Annesi, oğlunun devamsızlıktan sınıfta kaldığını dahi bilmiyordu.”
BABASI ŞİKAYETÇİ BİLE OLMAMIŞ
Yine aynı avukat, ‘saf bir çocuk’ olduğunu söylüyor Erol Can’ın, annesi de ‘biraz’ öyleymiş ona göre. Babası, işletme sahipleri eşinin yakını oldukları için, onun ölümünden sonra şikayetçi olmamış. Kimse Erol Can Yavuz’un neden öldüğünü sorgulamamış, hakkını aramamış.
‘ALACAKLARININ PEŞİNE DÜŞTÜLER’
Avukatı gözlemlerini şöyle paylaşıyor: “Bu çocuk benim gördüğüm kadarıyla ‘sahipsiz’. Zaten iş kazasını geçirdiği yerin sahibi, babasının ikinci evliliğindeki kadının yakın akrabası. Soruşturma sürecinde babası şikayetçi olmadı. Öz annesi, maddi alacaklarının peşinde. Hatta Erol Can’ın kardeşinin de bir alacağı söz konusu. Ancak babası vekalet vermediği için bir şey yapılamıyor. Biz karşı tarafla uzlaşmaya gitmeye çalıştık. Ortalama 1.5 milyon lira gibi bir para talep edildi. Ancak ailenin başka bir olayla ilgili hapis cezası patlayınca, herkes cezaevine girdi. Karşı taraf da uzlaşmayı geri çekti.”
Yani Erol Can Yavuz’un çalışırken öldüğü atölyenin patronları, ölümüyle ilgili şimdiye kadar hiç hesap vermedi. Onun canının hesabı hiç sorulmadı. Devlet sadece cenazesinde göründü: Namazını kılanlar arasında Kütahya Valisi Musa Işın ve İl Milli Eğitim Müdürü Hasan Başyiğit de vardı.
Son yolculuğunda arkadaşları yalnız bırakmadı Erol Can’ı, tabutunu onlar omuzladı.
Erol Can Yavuz, MESEM’de ölmese ne olacaktı? Bilemiyoruz, onunla ilgili bir çok şey gibi…
Ulaş Dumlu iç mimar olacaktı, arıtma havuzunda öldü
Mermer ustası bir babanın, Mehmet Dumlu’nun oğluydu Ulaş Dumlu. Konya’da doğmuştu ancak ailesi Erzurum Hınıs’lıydı. 2006 yılının 17 Şubat’ında geldiği dünyaya 17 yaşında veda etti. Aralık 2023’te Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) kapsamında ‘staj’ yaptığı fabrikada çıkartıldığı elektrik direğinden, arıtma havuzuna düşerek can verdi. Baba Mehmet Dumlu’nun oğlunu anlatırken sesi bazen gururlu, bazen hüzünlü. Onun ne kadar saygılı bir çocuk olduğunu, “Ben onu atletle hiç görmedim, karşıma öyle çıkmazdı” diye anlatıyor.
‘ULAŞ’ İSMİ İÇİN ASKER ARKADAŞINA SÖZ VERMİŞ
Mehmet Dumlu ilk başlarda konuşmakta isteksiz. “Sen istersen” diyor “Hiç açma bu konuyu.” Acısının tarifi olmadığından söz edip, “Ne diyeyim? diye ekliyor. Bazen duygular tarif edilemez. Mehmet Dumlu da hislerini anlatmak için gerekli kelimeleri bulmakta güçlük çekiyor. Daha sonra “Yaşayan bilir, Allah düşmanımın başına vermesin” diyerek susuyor.
Kendisinden bir kez daha Ulaş’tan söz etmesini istediğimizde ise önce isminin öyküsünü anlatıyor. Mehmet Dumlu, Ankara’da askerliğini yaparken adı ‘Ulaş’ olan bir asker arkadaşına, “Oğlum olursa ismini Ulaş koyacağım” diye söz vermiş. Askerden döndükten sonra evlenmiş. 10 yıl boyunca çocukları olmamış. Sonra bir kızları, ardından da oğulları olmuş. Mehmet Dumlu da verdiği sözü yerine getirip oğluna Ulaş adını koymuş.
‘GÖLGESİ BİLE ÇOK AĞIRDI’
Mehmet Dumlu, oğlunun diğer çocuklara göre ne kadar ağırbaşlı ve olgun olduğunu şöyle anlatıyor: “Gölgesi bile çok ağırdı. Onu gördünüz mü etkilenirdiniz. Sanki 50 tane adam var sırtında. Lider özellikleri vardı. Hareketi, hayası, edebi çok başkaydı. Beni kahreden de bu. Düşünün ben onu atletle görmedim. Hayatta çıkmazdı öyle karşıma. Olgun bir çocuktu. Sanki 45-50 yaşındaymış gibi konuşur, davranırdı. Benim kopyam gibiydi, siması bile aynı ben. Okulda da müdürüyle görüşürdüm. Müdürü de diyordu, 570 kişi vardı okulda. Saygıda sevgide, hal ve hareketlerde tekti.”
Başta çekinerek konuşan Dumlu, oğlunu anlattıkça açılıyor, kelimeler ağzından daha hızlı dökülüyor. Ulaş’ın tıpkı kendisi gibi Galatasaraylı olduğunu anlatıyor. Beraber sık sık futbol maçları izlediklerinden söz ediyor: “Dünyada ne kadar futbolcu varsa bilirdi. Kim nerede oynuyor, ne yapıyor biliyordu.”
KALBİ YÜZÜNDEN FUTBOL HAYAL OLDU
Pek çok çocuk gibi onun hayallerini de futbolcu olmak süslüyordu. Hatta babası, Ulaş’ı Konya’da bir spor kulübünün alt yapısına yazdırmayı düşünmüştü ancak ‘üfürüm’ hastalığı olduğu için yorulmasını istemedi. Çocuklarda sıklıkla görülen bu kronik kalp rahatsızlığı, çoğunlukla tehlikesi olmayan bir hastalık aslında ama işte sırf ‘yorulmasın’ diye… Ulaş’ın kalbinin çok kısa bir süre sonra tamamen duracağını kim bilebilirdi ki…
Baba Mehmet Dumlu bu rahatsızlık nedeniyle oğlunu altyapıya daha sonra yazdırmayı düşünmüş. Bu kararından duyduğu pişmanlığı anlatırken “Artık iş işten geçti” diyor. Sonra oğlunun yemek yemesini övüyor: “Ulaş bambaşka bir çocuktu. Yemek ayırt etmezdi, önüne taş da koysan itiraz etmezdi…”
‘İÇ MİMAR OLMAK İSTİYORDU’
Ulaş’ın futbolculuktan sonra hayalindeki ikinci mesleğin iç mimarlık olduğunu anlatan Dumlu, “Küçük yaştan beri bana da dükkanda yardım ediyordu. Önüne baksın, ayakları üzerinde dursun istedik ama kısmet olmadı” diyor.
Ulaş, çocukluğundan itibaren eli ‘iş’ tutanlardan oldu. Lise son sınıfa geldiğinde, MESEM projesi kapsamında staja başladı. Ereğli’de staj yaptığı elektrik firması ile gittiği Bahri Dağdaş Şeker Fabrikası’nda arıza gidermek için çıktığı elektrik direğinden arıtma havuzuna düşüp öldüğünde tarih 6 Aralık 2023’dü.
‘KİMSE ÇOCUĞUNU SOKAKTA BULMADI’
Babası, konuşmasının bir yerinde “Vadesi o kadarmış” dese de iş güvenliği önlemlerinin alınmamasından şikayetçi olduğunu da anlatıyor. Ulaş’ın yaşına göre iyi bir usta olduğunu da ekleyerek, “Böyle bir çocuk ne bu okula geldi ne de başka yerde var. Ulaş öldükten sonra mahkemelik olduk. Bir havuzun üstüne çıkartıp oradan düşmesi, olmaz. İş güvenliği sorunları vardı. Kimse çocuğunu sokakta bulmadı. Ben gittiği yere kadar gideceğim. Ulaş öldükten sonra tutuklamalar oldu. 40 gün sonra serbest bırakıldılar. Mahkeme devam ediyor” ifadesini kullanıyor.
‘ÇOCUKLAR YİNE İSKELEYE ÇIKARTILIYOR’
Ereğli’de benzer sorunların devam ettiğini de anlatıyor baba Dumlu: “Burada yine görüyorum, çocuk stajyerler yine iskeleye çıkartılıyor. Para vermiyorlar, hamal gibi kullanıyorlar. Böyle bir ahlak olmaz. Devletin verdiği yaklaşık 2 bin lira gibi ücretin dışında bir şey yok. Zaten paraları batsın, Ulaş’ı geri getirsinler malımı mülkümü satarım. Ama yok, yapamazlar.”
‘BİZİM HAYATIMIZ ÇOK UCUZ’
İnançlı biri olduğunu söylerken, “şükür” diyor Mehmet Dumlu ve sözlerini şöyle tamamlıyor: “Allah için söylüyorum, elimden ne geliyorsa yapacağım. Çocuğumun hakkını arayacağım. Çocuğumu özlüyorum, tarif edilmez bir duygu. Benim kaderim, Ulaş’ın kaderi. Allah’ın takdiri. Oraya gitmeseydi bir şey olmazdı diyemem. Benim yanımda da başına başka bir şey gelebilirdi. Ama iş güvenliğini sağlamak lazım. Orayı görseniz aklınız durur. Koca havuz, hiçbir koruma ve güvenlik yok. İnsan hayatı çok ucuz. O da Türkiye’de ucuz. Bizim hayatımız çok ucuz.”
Futbolcu değil herhalde ama Ulaş Dumlu, MESEM’de ölmese, belki de iç mimar olacaktı…
Murat Can, ‘hayat okulu’ mezunuydu, ölüm onu ‘okul’da buldu
Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) projesi kapsamında 13 katlı bir inşaatın 8’nci katında çalışan 17 yaşındaki Murat Can Eryılmaz düşerek hayatını kaybetti. 2 Şubat 2023’te Kilis merkezdeki aile kabristanına defnedildi. Lise son sınıf öğrencisi Eryılmaz’ın adı “MESEM kapsamında çalıştırılırken ölen çocuklar” listesine böyle yazıldı…
ÖLÜLER KONUŞSAYDI…
Bugüne kadar kaç inşaat ölü bedenler üzerinde yükselmiştir? Ölüler konuşsaydı, belki bu sorunun cevabını bulabilirdik… Kilis’teki bir inşaatta, ‘eğitim amaçlı’ kamu projesi kapsamında çalışmaya gönderilen Murat Can Eryılmaz’ın sigortası vardı ancak çalıştığı inşaatın ne iskelesi ne de koruyucu başkaca bir önlemi yoktu. Kilis’teki yerel haber siteleri, çocuk işçi cinayeti sonrasında bunları aktardı. Ancak bu durum Kilis’te de Konya’da da Ankara’da da aynıydı… Eryılmaz’ın ölümü, diğer çocuk işçiler gibi bir ‘ihmaller zinciri’nin sonucuydu. Murat Can’ın ölümü kayıtlara ‘adli vaka’ olarak geçti. Olay sırasında Murat Can’ın yanında bir usta olduğu iddialar arasında, ancak o usta Murat Can’ın düştüğünü görmemiş. Yakınları da Murat Can’ın itilip itilmediğini merak ediyor. Sessiz sedasız soruşturma devam ederken inşaat da bir yandan yükseliyor.
‘ALLAH RAHMET EYLESİN DEDİK’
Gezmeyi severdi Murat Can, amcası Yusuf Eryılmaz yeğeniyle ilgili paylaştığı kısa notlarda öyle aktarıyor. Babası hastalığı nedeniyle 2019 yılında ölmüş. Amca Eryılmaz, sorularımıza yanıt verirken, endişeyle “Neden bu kadar soruyorsunuz” diye bir karşı soru sorup çok fazla detay vermek istemiyor. Yine de konuşurken, yeğeninin ölümünden sonra onun ailesiyle bağlarının kalmadığını, inşaat firmasının aileyle ilişki kurduğunu söyleyerek yaşananların arka planına dair pek bilgisi olmadığını paylaşıyor: “Benim yeğenimdi. Çocuk vefat ettikten sonra aile ilişkilerimiz bozuldu. Ben amcası olarak Malatya ve Kilis’te hastanede yanlarındaydım. Babası olmadığı için ben ilgileniyordum. Koruyup, kolluyordum. Biz işin üzerine düşünce, karşı taraf artık annesiyle muhatap olacağını söyledi. Benim de çocuklarım var, onlar da ilgileniyorlardı kuzenleriyle.”
KADER YA DA MUKADDERAT
“Allah rahmet eylesin dedik, olayı kapattık” bu cümle amca Yusuf Eryılmaz’a ait. “Mukadderat” ya da “kader” demek dünyayı, yaşananları sindirebilmek için sıkça başvurulan bir yol. Türkiye’deki pek çok çocuk işçi ölümünden ya da iş cinayetlerinden sonra devletin en tepesinden, en aşağıya doğru yapılan açıklamalara da yerleşmiş bir ‘izah’ yolu…
“Yeğenimi severdim” diyor amca Eryılmaz, akıllı bir çocuk olduğundan söz ediyor, ancak okula gidip eğitim durumuyla ilgili bilgi alını olmamış pek Murat Can’ın…
“Her çocuk gibi gezmeyi severdi” diyor amca Eryılmaz. Murat Can Eryılmaz, Urfa’da Balıklı Göl’de çekilmiş bir fotoğrafını paylaşmış 2022’de. Hepi topu 4-5 fotoğrafı var zaten bunların da sadece ikisinde gülümsüyor. Gülümsediklerinden biri bu işte, Balıklı Göl’de kardeşleriyle beraber gezerken çektirdikleri.
‘DEVLETİN OKULU GÖNDERDİ’
Amca anlatmaya devam ediyor: “Biz Kilisliyiz, ev ayrı yol ayrı. Benim yanıma haftada bir gelirdi. Kendi halinde bir çocuktu. Annesiyle yaşıyordu zaten. Erkek çocuk, ne zaman gidiyor, ne zaman geliyor bilmiyordum. Yoğun bakımdaki adama ne yaparsın, günde bir kere giriş vardı. Ben yanına girdiğimde zaten hareketsizdi, duygu yoktu. Devletin okulu bu, çocuğu gönderdi, çocuk orada öldü.”
‘HAYAT OKULUNDAN MEZUN’
Yaşasaydı belki de mezun olacağı liseden, üniversiteye adım atacaktı Murat Can. Ama işte 72 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra hayatını kaybetti. Sosyal medya hesabında profiline “Hayat okulundan mezun” ibaresini eklemişti. Yalnızca inşaat değil, su arıtma cihazları satan bir işyerinde de çalışmıştı. Bu bilgiyi de yine profiline eklemişti. Herhalde ‘Hayat okulundan mezun’ ifadesini de erken yaşta, çokça iş deneyimi yaşadığı için kullanmıştı.
Murat Can Eryılmaz’ın adı ölümünden sonra yalnızca birkaç kez haberlerde geçmiş, ölümüne giden sürecin nasıl gerçekleştiği henüz netleştirilmiş değil.
TÜRKİYE GERÇEĞİ: ÇOCUK İŞÇİLİK
Türkiye’de yasalar, 18 yaşını doldurmamış her bireyi ‘çocuk’ olarak tanımlıyor. Pek çok ülkede olduğu gibi bizde de “çocuklar için sağlıklı ve güvenli bir ortamın sağlanması” gerektiğine dair epeyce yazılı bir kural da var. Çocukları hem zihinsel hem de fiziksel olarak zorlayacak her şey ‘sağlıklı’ bir gelişimin önünde engel olarak tarif ediliyor bu metinlerde. Peki çocuk işçiliği demek olan MESEM’le bu güzel yazılmış metinler nasıl aynı ‘mevzuatta’ birlikte yer alabiliyor? UNICEF’in 2023 yılında yaptığı bir çalışmaya göre Türkiye’de 9 milyon çocuk aile ekonomisini telafi etmek için çalışmak zorunda. Çocuk işçiliği Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre yasa dışı ancak MESEM’le yüksek inşaat katlarında 16-17 çocukların çalıştırılırken ölmeleri de yasalara uygun!
‘Hayat okulu mezunu’ Murat Can Eryılmaz, MESEM ve okul dahilinde gönderildiği inşaatta ölmese başka okullar da bitirecek ve belki de çok gezecekti…
Madenci babanın oğlu Alperen Enes, Youtuber olacaktı
‘Yeni nesil çocuklar’ teknoloji ve oyun ‘bağımlılığıyla’ anılıyor hep. 17 yaşındaki Alperen Enes Ural neslinin çocuklarındandı aslında. Fakat işte her şey de sadece oyundan ibaret değildi. Somalı bir madenci ailesinin çocuğuydu Alperen Enes, bir yandan Youtuber olmayı hayal ederken bir yandan da Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) yönlendirmesiyle doğal gaz tesisatçısında çalışıyordu. Sıradan çocukların, sıra dışı ölümlerinden birinin kahramanı olan Alperen Enes Ural’ın hikayesini babası Faruk Ural’dan dinliyoruz.
HAYALİNİN İLK ADIMLARINI ATMIŞTI
20 Aralık 2007’de yeraltı maden işçisi bir babanın oğlu olarak Alaşehir’de doğdu Alperen Enes Ural. Madenci baba, oğluyla annesine göre daha az vakit geçirebildi. Alperen Enes Ural, daha çok annesiyle ve 2017’de dünyaya gelen kız kardeşiyle birlikteydi. Anadolu Lisesi’ne gitmek istemedi Alperen Enes, kendi tercihiyle meslek okuluna yazıldı. Sonra da çıraklığa başladı.
Alperen Enes hayalini gerçekleştirmek için kazandığı paranın bir kısmıyla odasını hazırlamıştı. Koltuğu, kamerası, bilgisayarı her şey tamamdı. Ancak çıraklık yaptığı iş yerinde doğal gaz borusu döşerken 2’nci kattan düşerek, 23 Mayıs 2024’te hayatını kaybetti.
BABASI SOMA FACİASININ YAŞANDIĞI İŞLETMENİN İŞÇİSİYDİ
Alperen gibi babası da emekçiydi. Baba Ural, kendi ifadesiyle yaptıkları işi şöyle anlatıyor: “Ben 15 yıllık yeraltı maden işçisiyim. 10 yıl önce Soma katliamının yaşandığı Soma Kömür İşletmeleri’nin işçisiydim. Kaza anında orada değildim. Ancak sonra arama-kurtarma çalışmalarına katıldım. Ben de iş yerinde küçük kazalar geçirdim. Bütün bu yaşadıklarımız imtihan.”
‘SEÇİCİ BİR ÇOCUKTU’
Baba Ural, oğlundan bahsederken metanetli olmaya çabalıyor: “Yapı olarak sakin, durgun bir çocuktu. Çocukluğundan beri hiç küçük düşünmezdi. Youtuber olmak istiyordu. Bursa’da yaşamayı hayal ediyordu. Eşim Somalı. Bursa’da teyzesi var. Sık gidip geldiğimiz için kuzenleriyle iyi anlaşıyordu. Bursa’ya taşınıp işlerini orada kurmak istiyordu. Arkadaş konusunda seçiciydi. Çok samimi olduğu birkaç arkadaşı vardı. Öldükten sonra ziyaretine gelen arkadaşı da çoktu. Annesi ‘Arkadaşın yok, çok seçici davranıyorsun’ diye sitem ediyordu. Ama hastaneye de cenazeye de çok gelen oldu. Alperen’i görmek istediler. 7 yaşında bir kız kardeşi var. Ders çalışmayı çok sevmezdi. Evde vakit geçirmeyi, evi severdi. Bizle her şeyi paylaşan biriydi. Oturup konuşurduk hep. Kardeşine düşkündü, arada sürtüşürlerdi.”
‘OYUN OYNAMAYI ÇOK SEVERDİ’
Alperen Enes Ural, meslek okuluna yazıldıktan sonra çıraklığa geçiş yapmıştı. MESEM kapsamında tam 3 yıl çocuk işçi olarak çalıştı. Bedeninin çok yorulmadığı günlerde işten şikayet etmezdi hiç, baba Ural öyle anlatıyor: “İşe giderdi, eve döndüğünde çok yorgun olmazdı. Ancak iş ortamına göre değişirdi. Alperen 2 yer değiştirdi. Genel olarak çok şikayet etmezdi. Stresli olduğu zamanlar psikolojik olarak yoruluyordu. İşini düzgün yapardı, başladı mı bitirirdi. Arkadaşlarıyla çok nadir gezerdi. Oyun oynamayı çok severdi. Birkaç tane beğendiği Youtuberı takip ederdi. Tuğkan Gönültaş (Elreann) diye bir Youtuber var onu çok izlerdi.
‘BU BİR İMTİHAN’
Ailesi, çocuklarının ‘yarasının’ hala taze olduğunu söyleyip, çok fazla konuşmak istemiyor. Baba Ural, kaza gününü anlatıyor en son. Oğlunun patronundan gelen bir telefonla hastaneye gitmiş, önce ufak çaplı bir kaza olduğunu düşünmüş ancak onu kan revan içerisinde görünce “Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü” diyor: “Patronlarına ne olduğunu sordum. 2. kattan düştüğünü söylediler. Akhisar Mustafa Kirazoğlu Devlet Hastanesi’nde beyin ameliyatına girdi. 3 saat 20 dakika ameliyatta kaldı. Kanama durduruldu, sonrasında tahribat fazla olduğu için organ yetmezliği çıktı. Yoğun bakımda 5 gün kaldı. 23 Mayıs’ta vefat etti. Soma’ya defnettik. Bu, bir imtihan…”
‘İHMAL VAR’
Alperen Enes Ural, vefat ettikten sonra olayla ilgili kamu davası açılıyor. Baba Ural, yapıları itibariyle uzlaşmacı bir tutum sergilediklerini anlatıyor. Karşısındakilerin “düşman” olmadığını söyleyerek ekliyor: “Fakat onların iyi insanlar olması, ihmali aklamaz. Büyük bir ihmal var. Bu çocuk çırak. Ustayı izler çırak denen kişi. İşin tamamını yapmaz. Ben böyle biliyorum. Doğal gaz hattını döşemiş bizim çocuğumuz. Oğlumun sorumluluğu altında değildi bu iş. İş güvenliği tedbirleri yoktu. Bir kemer olsaydı belki ölmeyecekti. Kafasında darbe emici baret olsaydı minik bir travmayla atlatabilirdi. Kişisel koruyucu donanım kullanılmamasıyla ilgili bir sorun var. Tedbirsizlik kapsamında ön görülen sıkıntılar bariz.”
‘İZİNLİ OLMASI GEREKEN GÜNDE DÜŞTÜ’
MESEM kapsamında çocuklarını kaybeden ailelerin hemen hepsi benzer ihmallerden söz ediyor. Üstelik iş yetiştirme baskısı da cabası. Baba Ural, oğlunun inşaattan 18 Mayıs Cumartesi günü düştüğünü söylüyor. Yani, MESEM kurallarına göre oğlunun o gün izinli olması gerekiyormuş… Baba Ural, iş baskısından da şöyle söz ediyor: “İş baskısı olduğunu biliyoruz. 3 kuruş para verip, işe geleceksin diyorlardı. Resmi olarak çalışması gereken sürenin üzerinde çalışıyordu. Genellikle işten akşam 20.00’de gelirdi. Alperen öldükten sonra tutuklama oldu ancak birkaç ay sonra denetimli serbestlikle bırakıldılar. Taksirle ölüme neden olma suçundan yargılanıyorlar. Bu da bizi üzüyor. Bizim çocuğumuz öldü, bunun bir bedeli olmayacak mı?”
Zekai de Ömer de inşaattan düşerek öldü
Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) kapsamında çalıştırılırken ölen çocuk işçilerin hayatlarını, hayallerini aktarmaya çalıştığımız dizinin son bölümünde Zekai Dikici ve Ömer Çakar’ı anlatmaya çalışacağız. Çalışacağız diyoruz çünkü diğer 7 ölümde olduğu gibi MESEM’lerde düşük ücretlerle, fazla mesailerle, güvenlikleri düşünülmeden çalıştırılırken aramızdan alınan bu çocuklara dair bilgiye ulaşmak hiç kolay değil. Bazı vakalarda ailenin bir şekilde durumu kabullenmesi, çocuğun ‘tanıdık’ bir iş yerinde çalıştırılıyor olması gibi gerekçelerle ölümlerin peşine yakınlar bile düşmeyebiliyor. Kamu adına soruşturma açılsa bile bunlarda da ceza konusunda hızlı bir ilerleme görülmüyor. Dolayısıyla, ‘MESEM çarkı’ tıkır tıkır işlemeye ve dişlileri arasında çocukları ezmeye devam ediyor.
Tıpkı Zekai ve Ömer gibi…
Zekai Dikici 16 yaşında, Manisa’nın Alaşehir ilçesindeki Sümer Oral Mesleki Eğitim Merkezi’nde Elektrik Tesisat Bölümü 11’nci sınıf öğrencisiydi. Ömer Çakar ise 17 yaşındaydı. Diyarbakır’ın Kayapınar Şehit Abdulvahap Çokur Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi 10’uncu sınıf öğrencisiydi.
İki çocuk işçi de çalıştıkları yerlerde düşerek öldü. Dikici, elektrik tesisatı yaptığı inşaatın 5’nci katından düşerek hayata veda etti. Çakar ise 500 Evler Semti’ndeki Oto Galericiler Sitesi’nde klima taktığı inşaatın 2’nci katından kafasının üzerine düşerek ağır yaralandı. 6 gün tedavi gördüğü hastanede yaşama tutunamadı.
‘GÜVENLİK ÖNLEMİ ALINMAMIŞ’
Ömer öldükten sonra yerel haber sitesi AmidaHaber’e konuşan dayısı Serdar Kaya ‘ihmale’ vurgu yapmıştı: “Klimacının sahaya götürmemesi lazımdı, götürmüş. Ağır iş yaptırmaması lazımdı, bunu da yaptırmış. Klima tesisatı döşemek için çatı katına çıkmış, ama hiçbir güvenlik önlemi de alınmamış. Yeğenim ikinci kattaki asma tavandan düşmüş…”
Ömer Çakar, yaşasaydı ne olmak isterdi?
BİLİNMEZİN İÇİNDE MESEM KURBANI ZEKAİ DİKİCİ
Ana geçim kaynağı tarım olan Alaşehir, Manisa’nın küçük ilçelerinden biri. Yoksul ailelerin çocuklarını gönderdiği okullardan birinde öğrenciydi Zekai Dikici. Henüz çocukluk ve ilk gençlik yıllarında o da Ömer Çakar gibi hayata erken veda etti. Dikici hakkında eldeki bilgi çok az. Haftalarca aradığımız ailesine de ulaşamadık. Onun ölümünden sonra sorumlulara ne olduğunu da bilemiyoruz.
Peki Zekai Dikici yaşasaydı ne olacaktı?
Bilinen bir şey var ki MESEM’lerde ölen her çocuğun hikayesinde mutlak bir ‘ihmal’ ortaya çıkıyor. Okuldan uzaklaştırılan çocuklar, ya inşaatta yüksekten düşüyor ya da elektrik akımına kapılıp ölüyor. Ailelerin bir kısmı ‘kader’e iman etse de hepsi de ‘ihmal’e dikkat çekiyor. Bazılarınınsa aklında artık sadece ‘kan parası’ alabilmek var maalesef… Son 1 yıl içerisinde 9 çocuk öldü. Ancak MESEM uygulaması ile çocuk işçi çalıştırma düzeninden hâlâ vazgeçilmedi. Ve görünen o ki bu gidişle MESEM ölümleri bu kadarla da kalmayacak…