İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ı, bütün dünyada yaşanan koronavirüs salgını ve bu salgınla belirginleşen tartışmalar ışığında karşılıyoruz. Egemenlerin sabah akşam demeden, salgın öncesinde başlayan ve koronavirüsle beraber derinleşen krizden güçlenerek çıkmanın yollarını aradığını görüyoruz. Yeni yasalar, yasaklar, ilişkiler ile işçilerin ve işsizlerin hayatlarından beslenerek kar etmenin yüksek olanaklarını yaratma isteklerini de…
Ezilenler lehine ise çare üretme derdinde olan kendilerinden başka kimse yok. Bütün dünyaya izolasyon, evde kalma çağrıları yapan sermayedarların ve onların siyasi iktidarlarının bir kez daha güçlü bir sınıf refleksiyle birbirine tutunduklarını izliyoruz. Tabi kendileri için işlerin öyle ya da böyle sürdüğü olağan döneme dönüş hasretiyle ve birbirlerini yutarak büyüme hayalleriyle…
Daha yüksek sesle söyleyelim: İşçiler ölüyor!
1 Mayıs’ın bir bayram, kutlama, anma, tören, seremoni olmadığının altını yıllardır çiziyoruz. 1 Mayıs, milyonların mücadele günü; milyonlarca görünmezin kendini gösterdiği, hayatı yaratma gücünü hatırlattığı, güçlendiği bir gün. Ama bu yılın özel durum sebebiyle zannediyoruz bu gerçeklik kendisini, kimsenin altını çizmesine gerek kalmayacağı oranda gösteriyor. İşçiler, salgın koşullarında, hiçbir önlem alınmadan, iş saatleri uzatılarak, iş yükü artırılarak çalışıyor. Evde kalma lüksüne sahip olanların yükünü de omuzlayarak “evde kalamıyor” tabiri caizse.
Ücretli izin, sağlık önlemlerinin alınması, işlerin pay edilmesi gibi ilk elden akla gelen talepler karşısında siyasal iktidar cephesindeki alaycı sessizlik ile patronları batmaktan kurtaracak yüksek maliyetli önlemlere dair istekler karşısındaki derin cömertlik gün gibi ortada. Sömürü koşulları sertleşiyor, adaletsizlik somut olarak hissediliyor. 65 yaşın üstünde olanlar, örneğini değişen emeklilik düzenlemelerinden bildiğimiz şekilde, neredeyse yük olarak görülüyor. Bir değil, beş değil, yüz değil, milyonlarla her gün ölümüne zorunlu çalışmaya, yalnızlığa, çaresizliğe mahkum olduğumuz hissine itiliyoruz.
Ali bizim gençliğimizdir, onu öldürenleri tanıyoruz!
Salgın sürecinden gençlerin payına sokağa çıkma yasağı düştü. Tabi, siyasi iktidarın sırtını dayadığı milliyetçi-muhafazakar değerlerle kuşatılmış mahallelere dönmek koşuluyla ya da 20 yaşının altında da olsa bir iş kolunda zorunlu çalışmayla sömürülmüyorsa. Bir yandan öğretime erişimi çeşitli yollarla engellenirken bir yandan bunun sorumluluğunu omzunda taşıma şartıyla. Öğretime ara verildi, kampüslere gelinmiyor, tabi vakıf üniversiteleri için bahar dönemi ücretlerini yine de ödemek zorunluluğuyla. Kalmadığımız yurtların, apartların ödemelerini sürdümek şartıyla… İşsizlikle sınanmak, adi şiddetle terbiye olmak, ya da sokak ortasında polis kurşunuyla kalbimizden vurularak ölmek pahasına… Sokağa çıkma yasağıyla sağlığı böyle korunuyor işte gençlerin. Böyle sürüyor, Erdoğan’ın salgınla mücadelesi.
Gençlik, siyasal iktidarın saldırılarına karşı direngen bir çizginin taşıyıcısı oldu bugüne kadar. Sermaye karşısında dayanışma ilişkileri geliştirdi. Her gün daha itaatkar ve daha üretken olmaya zorlandığı koşullardan geçerken, somut ve yakıcı talepler etrafında geçici de olsa mücadele ağları inşa ederek sesini bütün toplumsal kesimlere duyurmak konusunda mahir olduğunu ilan etti. Bugün de bu sorumluluğu geliştirmenin, işçi sınıfı ve emekçi halkla derin, kopmaz bağlar inşa etmenin çabasını büyütüyoruz. 1 Mayıs’larda en ileri, en cüretkar adımları atmanın peşine düşüyoruz. Bu yıl, sokağa çıkma yasağına uymadığı bahanesiyle kalbinden vurulan genç, işçi, göçmen Ali’nin isyanını taşıyoruz!
Safımız, işçilerin ve gençlerin gerçekliğidir.
Geçtiğimiz 1 Mayıs’tan bu yana, Türkiye’de ve dünyada çeşitli direniş ve ayaklanmalar gördük. Neoliberalizmin öldüğünü iddia edenler, kapitalizm ha yıkıldı ha yıkılıyor diye yapısal nitelikteki krizlerden kendiliğinden lehimize sonuçlar bekleyerek zamanını geçirenlerin aksine gerçekliği kavramak ve onu dönüştürmek için gücümüz ve kabiliyetimiz oranında bu direnişlerde mayalanmaya çalıştık biz de.
90’lardan bu yana kuvvetlenerek, tabelası ve ismi bizimkilere benzeyen çevreleri de etkisine alan, kendisinden başka herkesi ve her şeyi eskimiş ilan eden görüşler karşısında, işçilerin ve gençlerin her gün daha beter kuşatılarak görünmezleşen gerçekliğinin safında durarak çalıştık. Koronavirüs sürecinde bir fenomene dönüşen “Evde Kal” çağrılarının ilk duyduğumuz andan bu yana, söyleyenlerin koşul ve çıkarlarından kaynaklandığını zaten söylüyorduk da, bu çağrıların işçileri neden ve nasıl kapsamadığının yasal düzenlemelerle herkese ilan edilmesi kadar etkili olamıyorduk belki de.
Şimdi neredeyse çeyrek yüzyıldır, yalnız nostaljik bir duyguyla, coşkulu bir romantizmle ya da gerçekliği olmayan bir soyutlamayla ifade edilen bir kavramı hiç terk etmediğimizin altını çizmenin tam da zamanıdır diye düşünüyoruz: İşçi sınıfı! Ya da haydi gündeme uygun şekilde söyleyelim, evde kalamayanlar. Uygunsuz olmasını göze alarak çeşitli başlıklar için daha kapsayıcı olanla ikame edelim, yoksullar.
Bu 1 Mayıs’ta da, barikatımız işçilerin ve gençlerin gerçekliği, mücadelesi, yıkıcı ve yaratıcı gücüdür. “Ölmeyeceğiz, ödemeyeceğiz, virüsü de patronları da yeneceğiz!” diyerek milyonların itirazını isyana dönüştürecek barikatın arkasındayız. Taksim Meydanı’nı işçilere ve emekçilere kapatanların, bu meydandan vazgeçenlerin karşısında kurduğumuz bu barikatı güçlendirmek için özel koşullarda karşıladığımız bu 1 Mayıs’ta, milyonların kürsüsünü kurmaya çağırıyoruz. #1MayısKürsüsü, bizim yerimize karar veren, söz söyleyen siyasi iktidarların, sermayenin, onların ikna ve zor aygıtlarının arkasına saklananların değil işçilerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların, yoksul milyonların kürsüsüdür.
Direniş de küreseldir!
Salgın koşullarında karşıladığımız 1 Mayıs’ta, ertelenemez görevlerimiz olduğunu unutmuyoruz. Siyasi sorumluluğumuzu, akıl ve bilim gibi kavramların arkasına saklanarak kimseye devretmiyoruz. Çünkü biliyoruz ki, sermaye ve onun siyasi iktidarı da her sıkıştığında ve çeşitli alanlardan “uzmanlarla” ve özellikle ekonomistlerle kendi lehine sonuçlar üretmenin peşine düşüyor. Sermayenin küresel egemenliğinden de küresel salgından da kurtuluşun yolunun, işçi sınıfının ve emekçi halkın fiili mücadelesinden ve direnişinden geçtiğini biliyoruz. Sermayenin, o ya da bu siyasi odak yoluyla hayatımızı çalmasına karşı koymak için direngen bir çizgi inşa etmenin peşine düşüyoruz. 2020 1 Mayıs’ını da, ezilenlerin mücadelesini büyütmenin ve iktidarını var etme çabasının yeni bir dönüm noktası olarak görüyoruz. Sermayenin ve salgının küresel etkilerinin büyüdüğü bu olağanüstü dönemde, bütün genç arkadaşlarımızı, öğrenci mücadelesinin içinden gelen bu sloganı tamamlamaya, “direniş de küreseldir” diyerek kurucu bir direniş çizgisini büyütmeye çağırıyoruz.
Yaşasın 1 Mayıs!
Biji Yek Gulan!
Gençlik Komiteleri