Özgürlüklere Giden Yolun İlk Uğrağı: 1 Mayıs’ta Taksim’e

“Gök kubbe altında muazzam bir karmaşa var, vaziyet harika.” diyordu Mao. Karmaşa dönemlerinin, özgürlüğe bir adım daha yaklaşmak için en uygun zamanlar olduğunun farkındaydı. İmparatorların, kralların, sultanların, lordların, ağaların, patronların, bankacıların saltanatları sallandığında o sallantıyı yıkıma çevirmek için halkın söz dinlemezliğini, kraltanımazlığını, cesaretini örgütleyen tüm devrimciler bu yalın gerçekliği biliyorlardı: “Kaos bir merdivendir.”

19 Mart, Türkiye için işte böyle bir karmaşa yarattı. Önceki gün Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi ve o gün onunla beraber 100’den fazla muhalifin gözaltına alınması, 12 yıldır suskun olan halk kitlelerini tekrar harekete geçirdi. Yeni kuşağın apolitik olduğuna dair yapılan tüm analizler tarihin çöplüğünü boyladı. Gezi’den sonra bir kez daha gençler inisiyatifi eline aldı.

Halk dediğimiz “topluluk”, ne zaman olacağını kestiremeyeceğiniz bir güne ihtiyaç duyar. 2013’te bu, bir parka yapılması planlanan bir kışla kadar basit bir hadiseydi; şimdiyse Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve gözaltına alınmasıyla olaylar gelişti. Bu eylemliliklerin böylesi cesaretle seyretmesinde iki olgunun büyük önemi var. Birincisi ve en önemlisi, kuşkusuz ki İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin yürümelerini engelleyen polis barikatlarını yıkıp geçmesidir. O barikatların aşılması, tüm gençliği cesaretlendirdi. Aynı günün gecesi ODTÜ öğrencilerinin okuldan çıkıp Kızılay’a yürürken Söğütözü’nde polislerce durdurulması ve o gün orada saatler süren direnişleri; İstanbul’da yaratılan kıvılcımı Ankara’da ateşe dönüştürdü.

Sonrası hepimizin malumu, bayrama kadar her gün direniş günüydü. Üniversitelerde ve sokaklarda gençlik, fiilen çoktan yok edilmiş yurttaşlık haklarının son çivisini, seçme haklarını ellerinden alan iktidara dur dedi.

Eylemlerde her şey güllük gülistanlık değildi. Bu eylemlerdeki eğilimleri tespit etmek gerekir. Birincisi, kuşkusuz CHP yönetimidir. Gençliğin kraltanımazlığı, CHP’yi sokak eylemliliklerine mecbur bıraktı. Ama bu eylemleri pasifize etmek, dağıtmak için büyük çaba sarf ettiler. Her anda eylemleri bitirmeye çalıştılar. Kendilerini savunan öğrencileri, Taksim’e çıkmak isteyenleri provokatör ilan ettiler.

İkinci bir eğilim, faşist gruplardır. Bunlar kitlelerin talepleriyle alakasız, sağ popülist; Kürt, mülteci ve solcu düşmanı bir dili eylemlere yaymaya çalışarak polise karşı savunmasızlığı örgütlemeye çabaladılar. Bu faşist gruplar sayıca az ve eylemlere katılan, geri eğilimleri olan insanlarla karıştırılmamalı. Bir yerden sonra bu eylemlerin “faşistlerin” eylemleri olduğunu ilan edenler analizlerini evlerinden yapadursunlar, faşistlerin hedeflerini neredeyse hiçbir yerde gerçekleştiremediklerini görüyoruz ve bu gruplara karşı dikkati elden bırakmadan mücadele etmeyi elzem sayıyoruz.

Üçüncü ana eğilim ise hakim sosyalist soldur. Üniversitelerin topluluklarında belli konumlar tutmuş, seçimleri ana odakları bellemiş bu sol; kitlenin her anında gerisinde kalmış ve eylemleri kendi propaganda faaliyetlerinin bir aracı olarak kullanmaya çalışmışlardır. Eylem komiteleri büyük oranda bunlardan oluşmuş ve çeşitli yerlerde kitlelerin öfkesini edinerek kendileri dışında tüm sola karşı beslenen öfkeyi harmanlamışlardır. Tarihsel olarak isyan anlarında devrimciliği karşısına alarak reformizmi, düzenin restorasyonunu kendilerine görev edinen bu eğilim, eylemliliklerin pratik olarak çağrıcılığını yaptıkları için en zararlı olanıdır. Öyle ki yaptıkları eylem çağrısını dakikalar kala iptal ederek Cevahir’de kitleyi yalnız bırakan da yine bu eğilimdir.

Bu üç eğilim dışındaki tek eğilim ise “toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çok; korkak, cesur, cahil, hakim ve çocuk; ve kahreden ve yaratan” büyük kitlenin eğilimidir. Ama bu kitle örgütsüzdür ve bu kitleyle solun hiçbir bağı yoktur. Sözleri dinlenmez, yapılan forumlarda bile onlara söz hakkı çok sonra gelir. Eylem takip ederler, kim çağırsa oraya giderler. İşleri budur: kim çağırsa oraya gitmek. Bütün hayatları böyle geçmiştir. Oku dendiğinde okumuş, çalış dendiğinde çalışmış, evlen dendiğinde evlenecektir onlar. Onlar… Sağcının gözünde hadsiz; solcunun gözünde talepleri doğru ama aklı yanlış, cahil. Karar veremez, söz söyleyemez, yönetilmeye muhtaç. Güdecek bir çoban lazım bunlara, işte biz ona adayız… derler.

Biz değiliz. Bizim aday olduğumuz tek şey bu muazzam kitleyi birbirine bağlamak, kol kola girmesini sağlamak. Onları örgütleyip karar almalarını, bütün komiteleri, konseyleri, meclisleri ele geçirmelerini sağlamak. Biz buna adayız. Erdoğan’a hayır deme cesaretini gösterenlerin; CHP’ye, faşistlere, seçimci sola da “hayır” diyebilmelerini sağlayıp bu hayırın altını doldurmak, daha kudretlisini kurmalarını sağlamak. Adaylığımız bu işedir. Aşağıdan yukarıya örgütlenmiş, yukarıdan aşağıya disiplinli, ağayı paşayı tanımayan, kendi içindeki kralı kraliçeyi cezalandıran bir gençlik örgütü yaratmak. Biz, buna adayız. İnisiyatif alanın önünü açan ama yoldaşını ezene kapıları kapatan, organize edenin organizasyonuna uyan ama büyüklenmeye, böbürlenmeye, şeflere katlanamayan bir gençlik örgütünün inşası. İşte gençliğin hissiyatı budur. Ve örgüt de bu hissiyata uygun şekillenmelidir. Biz buna adayız.

Yıllardır halkın tüm emeğine, zamanına, birikimlerine ve haklarına çöken iktidara karşı halkın isyanı kaçınılmazdı ve o gün geldi. İnsanlar ellerindeki ender son haklardan olan seçme haklarını da kaybetmeyi göze alamadılar. Ancak kitlelerin talebi seçme hakkından da ötedir. Öğrenciler üç kuruş bursla yaşamak, ne işe yarayacağı belli olmayan bir diploma kazanmak için bir yandan barlarda, kafelerde beş kuruşa saatlerce çalışmak istemiyorlar. Fikrini ifade ettiği için gözaltına alınmamak, eylemlere katıldığı için tutuklanmamak istiyorlar. Bu ülkeye dair hiçbir yerde söz hakları olmamasını kaldıramıyor ve ayağa kalkıyorlar. Biz bu cesarete cesaretimizi katmaya adayız.

Aday olduğumuz yolun ilk uğrağı, CHP ne derse desin, solun hakimleri ne derse desin Taksim’dir, 1 Mayıs’ta Taksim’i geri kazanmaktır. Bu halkın bütünleşik bütün parçaları, işçileri, öğrencileri tarihlerinin 1 Mayıs alanı olan Taksim’e gözünü dönmüş bakıyor. Onu geri almak için fırsat kolluyor. Taksim’i özgürleştirmenin, sınırsız özgürlüklere giden yolun ilk uğrağı olduğunu biliyor.

1 Mayıs, yalnızca işçilerin değil; özgürlüğün, adaletin, eşitliğin, kavganın günüdür. 1 Mayıs bayram günü değildir. Öğrenciler MESEM’lerde katledilirken, işçiler madenlerin altında kalırken, halk yoksulluktan kırılırken ve kadınlar sokak ortasında öldürülürken 1 Mayıs topyekün kavganın günüdür.

Bu düzenin hiçbir kanadının, ne saraydaki Erdoğan’ın ne de içerideki İmamoğlu’nun gençliğe vaat edebileceği bir şey vardır. Gençlik, eylemlerdeki o hakim kalabalık, artık kimseden bir şey bekleyemez ve bunun az veya çok farkındadır. Hem dünyada hem de Türkiye’deki eğilim, yoksulların giderek yoksullaşmasıyken zenginlerin daha çok zenginleşmesidir ve devletler bu eğilimi organize eden yegane organdır. Hakim kalabalığın, artık yalnız sayıca değil ideolojik, politik, örgütsel hakimiyeti eline almaktan başka çaresi yoktur.

İşte bu sonuncu eğilimi, kahreden ve yaratan kitlelerin eğilimini başat eğilim haline getirmek istiyorsak Taksim barikatlarını yıkıp aşmalıyız. Tüm şehirlerde yasaklı meydanlara kurulacak tüm barikatları kırıp dökmeliyiz. 1 Mayıs’ta, tüm şehirlerde iktidarın değil bizim istediğimiz meydanlara çıkmalıyız. İşte o zaman direnişi bir adım öne taşıyacağız.

İşte o zaman, kralını tanımayan kitleler; nice sultanlar, krallar, ağalar, patronlar devirmiş kitleler, bir kere daha halk olmanın umudunu edinecekler ve özgürlük, sınırsız özgürlüklerimiz, hayal değil hedef olacak.

1 Mayıs’ta Taksim’e, 1 Mayıs’ta Meydanlara