Türkiye’de ve dünyada uzun süredir gözardı edilemez bir gerçeklik yükseliyor: Genç işçi ölümleri artıyor. Genç işçi ölümleri artıyor çünkü genç işçiler artıyor ve bu durum bir tesadüf değil. Uzun yıllara yayılan bir ekonomik planın sonucu. Yani gençliği işçileştiriyorlar, emeği gençleştiriyorlar, hatta çocuklaştırıyorlar.
Sayımız öyle böyle az değil, TÜİK verilerine göre 720 bin çocuk işçi var. Bu TÜİK verisi. Gerçek sayıyı tahmin edin, göçmen çocukları da eklemeyi unutmayın. Gerçekte bu rakam tabii ki daha fazla; sayıları 1,5 milyonu bulan çırak, stajyer ve meslek eğitimi gören öğrenciyi de dahil etmeyerek çocuk işçilik verilerinde büyük bir oynama daha yapıyorlar. Tıpkı birkaç sene işsiz kalan kişinin artık iş bulma çabası/umudu olmadığı iddiasıyla işsizlik verilerine dahil edilmemesi gibi bir manipülasyon bu. Hatta çocuk işgücü anketlerini de çocuk işçiliğin daha az olduğu Ekim-Aralık aylarında yaparak bir manipülasyon daha yapıyorlar zira mevsimlik işçilik yapan çocukları orana dahil etmemiş oluyorlar böylece.
Biliyoruz ki sayımız çok. Peki bu nasıl oldu? İnce bir “mühendislik” yapıldı “kaderimize”. Gençlik olarak hedef alındık. Ücretsiz eğitimimiz, üniversitelerimiz, sosyalleşme imkanlarımız, entelektüel birikim ve yetenek kazanabileceğimiz alanlar saldırıya uğradı. Üniversite ve okullarda artan siyasi ve idari baskılar, zibil gibi artan liberal ya da cemaatçi gençlik programları, devletlerin, şirketlerin ve siyasi partilerin gençlik faaliyetleri ve dünyanın her yerinde gençlik hareketlerine karşı gösterilen yoğun saldırı. Bunlarla beraber, hasbelkader elde edilebilen boş vakte saldırı; yoğun bir sınav ve yarıştırılma döngüsü, anlamsız baskılar, ödevler, puanlandırmalar…
Hepsinin ortak bir amacı var. Düzenin kendini yeniden üretmesinde, dönüşmesinde ve geleceğinin inşasında kritik rol oynayan ama çoğu zaman da aykırı sesler çıkaran, toplumsal muhalefette de önemli rol oynayan gençliği ağaç yaşken eğilir mantığıyla; yolun başından boyunduruk altına almak, sistem içinde tutmak ve kapitalizmin tasvir ettiği gençlik modeline uygun yetiştirmek. En nihayetinde de işçileştirmek.
Tabii “geleceğimizin inşası” küresel bir plan. Bu planın amacı belirttiğim gibi gençliği ekonomik, toplumsal ve siyasal olarak sistem içinde ve ana akımda tutmak. Nasıl kalıyoruz peki sistem içinde ve ana akımda?
Oy verme yaşının 18’e düşürülmesiyle düzen siyasetine çekilmeye çalışıyoruz. İlgimizi ve emeğimizi STK’lara, düzen partilerinin gençlik kollarına, liberal ya da cemaatçi gençlik yapılanmalarına çekmeye çalışıyorlar. Neredeyse gençlikle eşleşmiş olan bir kavram olarak “part-time, esnek, güvencesiz ve geçici” çalıştırılıyoruz. Bol bol mesleki okullar yapılıyor bize, okurken çalışmak ve bu sayede iş öğrenmek, tecrübeli ve meslek sahibi olarak eğitimi sonlandırmak vaadiyle çocuk işçiliğe, ücretsiz emeğe kapı aralıyorlar; işçileştirilmeye çalışıyoruz.
Dünyanın neresinde olursanız olun, egemen sınıflar buna karşı çıkan gençleri baskılamanın peşine düşüyor. Burjuva demokrasisinin “en ileri” olduğu ülkelerden biri olarak bilinen Kanada’nın bir bölgesinde, yükselen öğrenci hareketine karşı çıkartılan yarı sıkıyönetim yasası yeterli fikri verir: ”Okullarda ve okullara 50 m kadar uzaklıkta olan alanlarda gösteriler yasak. Öğrenci grevleri sonucu, okullarda bir gün bile ders yapılamazsa tüm dönem dersleri askıya alınacak. 50’den fazla öğrencinin katıldığı yürüyüşler ve güzargahları 8 saat önceden polise bildirilip izin alınacak. Bunlara uymayanlar yasa-dışı ilan edilecek ve polis tarafından tutuklanacak. Eylemcilere bin-5 bin dolar, organizatörlere 7 bin-35 bin dolar, öğrenci sendikalarına 25 bin-125 bin dolar arası para cezası, tekrarlanması halinde 2 misli para cezası kesilecek…”
En ılımlı benim, en demokrat benim, diyenin ülkesinde de olsanız Türkiye’de de olsanız sistem kendini böyle dayatmaya çalışıyor aykırı sesler çıkaran gençliğe.
İşçileşme süreci nasıl işliyor?
Türkiye’de meslek liseleri ve üniversitelerin sayısında olağanüstü bir artış var. Öyle ki her köşe başında bir apartman üniversite beliriverebiliyor. Otellerin, organize sanayi bölgelerinin içine meslek liseleri yapılıyor.
Meseleyi önce üniversitelerden ardından da güncel de bir mesele olan meslek liseleri üzerinden inceleyelim.
Geçtiğimiz Şubat ayında YÖK üniversite sınavlarında barajı kaldırdı. Yani bu her köşe başındaki vakıf/özel üniversitelerin dolmayan kontenjanları da artık böylece dolabilir oldu. Bu kadar üniversiteyle beraber işsizlik verileri de 4-5 sene ertelendiği gibi, emekçi ailelerin kaynakları da yine egemenlere akıtılıyor. Aynı zamanda taşrada bir üniversite açtıkları zaman üniversitenin bulunduğu ilçede bir ekonomik hareketlenme başlıyor. Öğrencilerin barınma harcamaları, tüketimleri vs. bölgeyi ekonomik olarak canlandırmış oluyor. Üniversitelerin yemek-temizlik ihaleleriyle bir kaynak daha yaratıyorlar kendilerine. Eğitim masraflarını karşılamak için öğrenciler krediler almak zorunda kalıyor, borçlanıyorlar daha öğrenciyken. Bir kaynak akışı ve yeni pazarlar yaratılmış oluyor bunca üniversiteyle. Emekçilerden, öğrencilerden sermayeye, devlete bir akış. Emekçi sınıfların çocukları bunca çileye üniversite mezunu olup daha müreffeh bir yaşam elde edebilmek için katlanıyor ancak aynı mekanizmalar bu ihtimali de çoktan ortadan kaldırmış oluyor.
Bu durum da gençleri üniversite mezunu dahi olsa işsizlik ya da ucuz iş gücü olmaya zorluyor. Tam da bu sarmalın içerisindeyken sistem bir çıkış yolu gösteriveriyor bize. Kendi işinizin patronu olun diyor. Ne güzel geliyor bu ekonomik ablukanın içindeyken değil mi? Gelin diyor, büyük şirketlerle “iş ortağı” olun. Patron sizsiniz, ne kadar çalışırsanız o kadar kazanacaksınız diyor. Yani? Sizi esnaf kurye yapalım. SGK’nızı kendiniz ödeyin, kıyafetlerinizi satın alın, aracınızı kendiniz alın, sonra da kuryelik yapın ve bu sarmaldan kurtulun. Olmadı, gelin büyük şirketlerin depolarında çalışın diyorlar. Sonuç? Büyük büyük şirketlerin depolarında insanlık dışı koşullarda çalıştırılan, baskıyla tehditle mobbingle savaşarak “çalışmaya çalışan” binlerce genç. Üniversitede harçlığını çıkarmak ve geçinebilmek için kuryelik yaparken hayatını kaybeden üniversite öğrencileri… Giderlerinin arkasından elinde kuş kadar para kalan, üniversite mezunu ve borçlu kuryeler… Fazla paket dağıtmak için gece gündüz çalışan, hızlı teslimat denen bela yüzünden kaza yapan, yağmur çamur kar kış demeden araçlarıyla/motorlarıyla paket yetiştirmeye çalışırken hayatını kaybeden yüzlerce işçi genç…
Staj, sömürü, çocuk işçilik: Meslek lisesi tuzağı
Eğitim-Sen’in hazırladığı ankete göre 4+4+4 eğitim sisteminin başlatıldığı 2011-2012 eğitim-öğretim yılında Türkiye’de sadece 45 özel meslek lisesi varken son üç yıl içinde kamu kaynaklarıyla yapılan doğrudan destek ve teşvikler sonucunda okul sayısı yaklaşık 10 kat, özel meslek liselerine giden öğrenci sayısı ise 17,5 kat gibi olağanüstü bir artış göstermiş.
Meslek liselerinde iş öğreneceksiniz, okurken çalışacaksınız, çalışırken okuyacaksınız gibi göz boyamalarla korkunç bir tuzak kuruluyor. Bu liselerdeki zorunlu staj tuzağı öyle katmanlı ki. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, çocuk işçiliği hukuki zemine taşımanın bir yolunu bulduklarını düşünüyorlar. Adına staj diyorsunuz ve bir anda çocuk işçilik yasal bir zemine oturmuş oluyor, işte bu kadar kolay. Meslek liselerindeki iş öğrenme, meslek edindirme vaadi dehşet verici bir sömürü koşuluna rıza yaratma çabasından başka bir şey değil. Nedir peki zorunlu staj tuzağı? Gençler, eğitim süreleri içerisindeki zorunlu staj dönemlerinde çalışıyorlar. Bahsetmiştim, organize sanayi bölgesi içine açılan meslek liselerinin öğrencileri örneğin, staj sürelerinde o sanayi bölgesinde işçi oluyor. Otellerin içine açılan liselerin öğrencileri de o otellerde çalışıyor staj süresinde. Buna yakın zamanda zincir marketleri de eklediler. Patronlar açısından bu durum, ücret pazarlığı imkânı olmayan, ücret ödemeleri eksik yatırıldığında ya da geciktirildiğinde susturabileceği veya şiddet uygulayabileceği çocuk işçi ordusu anlamına geliyor. Ki çoğu zaman da ücretsiz emek anlamına geliyor. Çünkü bu patronlara aynı zamanda stajyer çocuk işçilerin notunun yarısını verme hakkı tanınarak bir şantaj sistemi de kuruldu.
İşte bu yollarla çocuk işçiliği bize kanıksatmaya çalışıyorlar. Bunu iktidar ve muhalefet hep birlikte yapıyorlar. Millet İttifakı’nın kurucusu Kılıçdaroğlu’nun en heyecanla anlattığı vaatlerinden biri de Organize Sanayi Bölgelerinin içine meslek liseleri açmak, öğrencilerin yukarıda bahsettiğim biçimiyle “iş öğrenmesini sağlamak” yani çocuk işçi yapmak. Bir diğer vaadi de Türkiye’yi Avrupa’nın lojistik merkezi haline getirmek. Bugün üniversite mezunu gençlerin depolarda çalıştığını görünce bu farklı gibi görünen siyasetlerin vaatlerinin birbirinden farklı olmadığını görmek zor değil.
Genç işçiler ve yakın zamandan bazı gözlemler
Daha yakın zamanda Amasra’daki maden katliamında ölen madencilerin de tamamına yakını 20’li yaşlarındaydı. Asgari ücretin biraz fazlası yer üstünde mümkün değildi, diyor madencilerin aileleri. Bir yere maden gelmeden önce maden dışındaki tüm geçim kaynaklarını yok ediyor sermaye. Madene mecbur kılıyor.
Başka boyutları da var genç işçi ölümlerinin artışının. 15 Temmuz arkasından yaşadığımız OHAL süreci ve devamındaki pandeminin de bağlantısı var aslında. Ne alakası var? OHAL’de grev yasakları geldi. İşyerlerinde üretim zorlamaları arttı. Biraz olsun sahada etkisi olan sendikaların da etkisi eridi. Üç kişinin yapacağı işi bir kişiye daha rahat yaptırmaya başladılar. Bunun kaçınılmaz sonucu da artan iş cinayetleri oldu. Genç işçiler, işçi sağlığı ve güvenliği için gereken iyileştirmelerin ne olduğunu daha iyi biliyor. Örgütlenmeye de daha yatkınlar ama işyerinde olumsuz ya da tehlikeli koşullara ses çıkaramamaya başlamış oldular işsizlik korkusundan ve asgari sendikal örgütlenme bunu koruyamamaya başladı. OHAL bahanesiyle o dönem sendikaların düğün salonundaki toplantısı bile iptal edildi. Hemen arkasından da pandemi süreci geldi, işsiz kalma endişesi iyice yükseldi. Genç işçilerin örgütsüzlüğü ve varolan sendikaların da etkisizleşmesiyle birlikte varolan gücünü de kaybeden örgütlülük aslında artan ölümlerin sebeplerinden biri. Küresel düzeyde işçi sınıfını örgütsüzleştirmenin planı uygulamada ve genç işçiler de bunu yaşıyor. Gençler aykırı sesi çıkarmakta ve dolayısıyla örgütlenme refleksini göstermekte daha yüksek potansiyel taşıdığı için de en başta anlattığım saldırılara da ağaç yaşken maruz kalıyor, yalnız ve hedefini şaşırmış insanlara dönüştürülmeye çalışılıyorlar. Ve bu neoliberal düzende doğan her gençten sistemin muradı işçi olması. Bunu kısmen başardıklarında da, geçmiş örgütlenme pratikleri yok edilmiş olduğu için örgütsüz ve bu abluka karşısında ne yapacağını bilmeyen gençler gerçekten de proleterleşiyorlar. Örgütsüz, güvencesiz, genç işçiler ağır çalışma koşulları altında çalışıyorlar. Ağır çalışma koşulları da iş cinayetlerini getiriyor beraberinde.
Ama genç işçiler daha kolay direniyor. Teknolojiyi, sosyal medyayı daha iyi kullanıyorlar, birbirleriyle iletişime geçiyorlar, hızlıca örgütlenebiliyorlar. En başta bahsettiğim o gençliğin aykırı sesi direniş dinamiklerine de yansıyor sahada. Enerjisi, öfkesi, coşkusu büyük oluyor. Trendyol kuryelerini hatırlarsınız, kendilerine dayatılan zammı kabul etmeyip hızlıca örgütlenip direndiler ve kazandılar. Çoğu üniversite mezunu gençlerdi. Amazon’da da direniş örülüyor adım adım, Amazon deposunda da işçilerin çoğu üniversite mezunu gençler.
Özetle, çocuğundan gencine hepimizi işçi yapmak istiyorlar. Buna rıza yaratmaya çalışıyorlar ama süslü püslü laflarla bezenince çocuk işçilik ve gençliğin proleterleştirilme çabası görünmez olmuyor; görüyoruz ve reddediyoruz. Ve bu reddi büyütmek için bize gençliğin aykırı sesini güçlendirmek düşüyor. Ekonomik bağımlılığı ve çaresizliği artan, bu çarkın içinde lime lime edilmeye çalışılan, antidepresanlarla ayakta duran gençliğin öfkesini örgütleyelim. Hiçbir arkadaşımızın bu koşullarda yalnız hissetmesine izin vermeyelim, düşlerimizi çalanların uykularını kaçıralım.