Bütün devletler, toplumları yönetebilmek için ‘zor’ gücünün yanında, ‘rıza’ da üretmek zorundadır. Kapitalizm öncesi devletlerde, yönetmek için çoğunlukla zor gücü kullanılırken, rıza üretimi için inanç mekanizmaları kullanılırdı. Kapitalizm çağında ise devletler, zor mekanizmalarının yanında rızayı üretmek için yeni mekanizmalar yaratmış, bazılarının da konumunu ve işleyişini değiştirmiştir. Çünkü diğer yönetim biçimlerinin aksine dolaylı bir siyasal iktidar oluşturmuştur. Burada değişime uğrayan en önemli mekanizmalar: Eğitim ve inanç mekanizmalarıdır. İnanç mekanizması; kapitalizm öncesi dönemlerde en önemli rıza üretim mekanizması iken, kapitalist dönemde hâkim sınıf olan burjuvazi, bunu kendi kontrolü altına almak için mücadele etmiş ve toplum üzerindeki etkisini kısmen kırmıştır. Onun yerine aile ve eğitim kurumlarını koymuştur. İnanç mekanizması yerine koyulan aile ve eğitim mekanizması, böylece toplumun yeniden üretimini sağlamıştır. Yeni eğitim mekanizması, bir yandan burjuvazi için fabrikalarda çalışacak insanlar yetiştirirken diğer yandan sistemin ilerleyip, gelişebilmesi için yeni bilgi üretim imkânları yaratmıştır. Böylece genellikle hayatta kalmak için gerekli şeylerin öğrenilmesi ve bunların yeniden üretilmesi üzerinden şekillenen, özel bir zaman ayrılmadan gündelik yaşantının içinde gerçekleştirilen eğitim; yiyecek ve suyun nereden bulunacağı, avcılardan nasıl kaçılabileceği gibi temel ihtiyaçlardan ibaretken, üretim ilişkilerinin değişimi ile şekil değiştirmiştir.
Bilgi üretim süreci; sınıflı toplumların ortaya çıkışı, yani üretim ilişkilerinin değişimi ile bu doğrultuda şekillenmeye başlamıştır. Devletin oluşmasıyla birlikte bilginin nasıl ve ne için üretilmesi gerektiği ve gelecek nesillere aktarılması artık, devlet ve iktidar sahiplerinin kontrolüne geçmiştir. İktidarla çelişen ya da bununla çatışma içerisinde olan bilgi yok edilmiş, saklanmış ya da yasaklanmıştır. Tarihin gelişim süreci içerisinde toplumsal çatışmalarda güç sağlayan bilgi birikimi, bu sürecin sonrasında genelde eğitim sisteminin içeriğini ve biçimini oluşturmuştur. Bundan dolayı eğitim, öncelikle hâkim sınıfın bireylerinin kullanımına sunulmuştur. Eğitim; saraylarda kralların çocuklarına ve saray erkânına, feodal dönemde zengin toprak sahiplerine ve feodal beylerin kullanımındadır. Günümüze yaklaştıkça, toplumsal çatışmalar ve gelişmeler ile devlet mekanizmalarının genişlemesi ve bu alanlarda çalışacak insan ihtiyacının doğması, eğitim mekanizmasını daha alt sınıflarda yaygınlaştırmıştır. Modern devletin oluşması yeni bir eğitim düzeninin de oluşmasını gerektirmiş ve toplumun sürekli kapitalizm ile bağlarını güçlendirmeye odaklanmıştır.
Kapitalizmin küreselleşmesiyle birlikte emperyalizm dönemine girildiğinden bu yana eğitim mekanizmasının en yüksek noktası olan üniversiteler, adım adım bilgi üretme özelliklerini kaybetmişlerdir. Bizim gibi ülkelerde üniversiteler ancak emperyalist ülkelerde geliştirilen bilimsel bilginin teknik bilgiye dönüştürülmesine aracılık eder hale gelmiştir. Günümüzde bilgi iki farklı özne tarafından üretilmektedir. Bunlardan birincisi küresel şirketlerin ar-ge bölümleri, ikincisi ise düzenden bağımsız düşünen ve çalışanlar tarafındandır. Diğer bilgi üretim süreçlerinde olduğu gibi düzenden bağımsız düşünen ve çalışanlar tarafından üretilen bilgi, ancak toplum içerisindeki çatışmalarda devrimci bir hareket ile bütünleştiği oranda bir güç olabilir ve devrimci bir dönüşüme, hakikat arayışına ancak böyle katkı sunabilir.
Biz komiteciler, devrimcilerin her alanda kendi alternatifini yaratma zorunluluğunun bilincinde olarak insanlığı tektipleştirme gayreti içinde olan kapitalizm ve onun kontrolü altında tuttuğu eğitim sistemine karşı kendi alanlarımızı açma yolundayız. Sistem içinde var olan iktidar sağlamlaştırma kaynağı olarak öğretmen-öğrenci hiyerarşisinin sebep olduğu bir ortamda gençliğin, yalnızca “eğitilen” konuma düşürüldüğü, sorgulamaktan ve üretmekten yoksun diploma sahipleri olarak piyasaya katıldığı günümüzde kendisini bir özne olarak var etmesinin ne denli zor olduğunun farkındayız. İlkokuldan, liseye ve sonrasında üniversiteye kadar uzanan bu uçsuz bucaksız rekabet arenasına, çoğu zaman maddi gücünün istenilen yeterliliğe erişmesinde başat rol oynadığını ve kendi iradesinin hiçe sayıldığı sınav tercihlerine hapsedildiğinin görüyoruz.
Bütün bu hapsedilmişlik içinde olan gençliğin tek çıkış yolu ise bilginin, sadece sayfalar arasında ve akademide arandığı iktidarı karşısında; bağımsız bir bilgi üretim sürecinin gerçekleşmesi ile birlikte devam edecek olan eylemliliklerdir. Bilerek eylemek, bildiklerimiz ile tartışmak ve kendi yolumuzu açmak için siyasal iktidarın kurumları karşısında önümüze ezber sözlerin değil, özgür düşüncenin tartışıldığı bağımsız atölye çalışmalarını koyuyor ve ortak dil oluşturuyoruz. Bu anlamda eksiklerimiz yalnızca birer “kusur” değil, aynı zamanda eylemimizi kendimizin belirleyeceği fırsatlardır.
Atölye çalışmalarını gerçekleştirirken öznelerin gençlik olduğu; başkalarının değil, bizim taleplerimiz ve ihtiyaçlarımız ile oluşacak bir süreci ön görüyor, gençlik mücadelesinin merkezi olan üniversitelerin KHK’ler ile boşatılmasına karşı KHK’li hocalarımız ile bulunduğu alanı uzmanlaşmak için değil, üretmek için bir araç olarak görenler ile dayanışma içinde var oluyoruz. Siyasal iktidarın baskı ve yıldırma politikaları karşısında üniversiteleri geri almak adına bütün bir gençliği, farklı bir yolu, kendi yolumuzu yaratmaya çağırıyoruz.