Müfredat ‘Allahlık’, biraz da ‘Eğitim’i mi konuşsak? – Ezgi Gözoğlu

Eğitim sistemindeki değişiklikler vesilesiyle ‘eğitim’ sorunu yeniden gündemimize girdi. 4+4+4 uygulaması sonrası yaşanan pedagojik sorunlar, muhafazakarlaştırılan müfredattaki cinsiyetçi söylemler, uygulanmaya çalışılan fakat asla gerçek bir ölçek olmayan sınavlar, skandal sınav sonuçları… Kısacası, sorunumuz eğitim sisteminin var oluşu, yan sorunumuz ise eğitim sisteminde yap-boza dönüşen uygulamalar.

Eğitim sistemi, ‘iyi vatandaş’ yetiştirmek üzerine kuruludur. Var olan kültürel, siyasi, ideolojik aygıtlar ile oluşturulur. Eğitim, var olan ideolojik yapısı içerisinde şovenizmi, cinsiyetçiliği, türcülüğü barındırır. Kapitalist sistem mevcut sınıf yapısını eğitim sistemi üzerinden yeniden üretir. Örneğin bugün iktidarın ‘dindar nesil yaratma’ diye ifade ettiği ve eğitimin bilimsellikten uzaklaştırılması uygulamalarıyla birlikte, çocuklarının eğitimden istedikleri verimi alamayacağını düşünen aileler kamu okulları yerine özel okulları tercih etmektedir. Bu da eğitimde piyasalaşmanın önünü açan önemli bir etkendir.

Sistemin sürekli yeniden üretimi; eğitim sisteminin kitapları, öğretim biçimleri, sınav sistemi, dolayısıyla müfredatı ile yapılır.

1. Sınıf Türkçe kitabında bebeğini ayaklarında sallayan anne resmine yer verilirken, “ekmek” üretim sürecine ilişkin fotoğrafta üretimi erkeklerin yaptığı bilgisi veriliyor. Kız çocuklarına ‘annelik’ mesajı verilirken, erkek çocuklarına ‘ucuz iş gücü’ olmanın yolu gösteriliyor. Okul yönetimleri cinsiyetçiliği besleyerek sınıf anneliği kavramını ortaya çıkarıyor. Bununla sınırlı bırakılmayan cinsiyetçilik, kadınları eğitim hayatından dışlamaya yönelik hamleler de yapıyor. 2012 yılında açık öğretime genel bir eğilim varken kadınlar yine dışarı itilenler olarak çoğunlukta kalıyor.

Bu yeniden üretim ilişkileri içerisinde ‘iyi vatandaş, yeni nesil’ olarak gördüğü öğrencilere umut ışığı vermeyi ihmal etmiyor devlet ve araya fırsat eşitliği kavramını sıkıştırıyor. Fakat fırsat eşitliğini sadece fırsatı olanlar kullanabiliyor ki okullar arasında yaptığı sınıflandırma da bunu gösterir nitelikte. Okullar, ilk okuldan itibaren SED derecesine göre birbirinden ayrılırken, meslek liseleri, anadolu liseleri gibi alansal ayrışmalar ile sistem için ucuz iş gücü yaratılırken, Mayıs 2016’da 400 bin 203 olan stajyer, çırak ve kursiyer sayısı Mayıs 2017’de yüzde 312 artarak bir milyon 648 bin 499’a çıkıyor. Bu sömürü tablosu üzerine İstihdamın arttığını gösteren yalancı veriler dolaşıyor ortalıkta. Velhasıl mahallesine göre eğitim gören öğrenciler, mahallesi kadar da imkana sahip oluyorlar.

Mahallesi dışında imkan kazanmak isteyen öğrenci ya da aile sınav külfeti altında kalıyor, eğitim pazarında eziliyor. ‘Sınıftan kaçış’ olarak değerlendirilen eğitim yine bir baskı aracı oluşturuyor. Yapılan araştırmalara göre öğrenciler arasında son yıllarda depresif ruh hali ve intihara teşebbüs oranları giderek artıyor. Biz ise, diğer öğrencileri geçmek için hayatını kaybeden genç insanların birer istatistik bilgisine dönüştüğünü basından takip edebildiğimiz kadarı ile biliyoruz.

Sınavların uygulanışı veya ‘uygulanamayışı’ üzerine de birçok şey söylemek mümkün. Sınav sistemlerinin sürekli değişerek kafaları allak bullak etmesi, her sene yapılan yanlışlık açıklamaları, kopya skandalları… Geleceksiz kalan, ne yapacağını bilemeyen bir insan topluluğu yaratıyor.

Öğretmenlerin geleceğinin bilinmezliği ise, hepimizce malum bir durum. 1 milyon öğretmen atama beklerken, yine lisans programları ve formasyonlar ile her sene yaklaşık 400 bin kişi ekleniyor atanamayan öğretmenler tablosuna. Sadece atanamamak da değil elbette öğretmenlerin problemleri. Sözleşmeli öğretmenliği, zorunlu hizmeti, KHK’sı, mülakatı… Hepsi öğretmen olmak için yıllarca emek harcamış gençlerin mesleğini yapmasını zorlaştırmak için sistem tarafından alınmış ‘önlemler’ olarak ortada duruyor. Öğretmen adayları mülakatlarda adeta sorguya çekiliyor, sistem dışı herhangi bir cevap bütün bir hayatlarını belirleyecek tehlikeyi yaratıyor. Sözleşmeli öğretmenler özlük hakları olmadan çalışıyorlar. Şovenist, milliyetçi eğitimin tedrisatından geçen öğretmenler, zorunlu görev ile savaşın olduğu Kürdistan’a isteksiz olarak gidiyorlar. Şanslı azınlıktan olup öğretmen olabilmişler KHK ile bir gecede işlerinden ediliyorlar. Hala çalışanlar ise atılma korkusu ile öğretmenlik yapıyorlar.

Eğitim kurumu siyasetin gel-gitlerine, ihtiyaçlarına göre müdahalelere uğrayan, fakat her zaman devletin ideolojisini yaymanın temel bir aracı olarak kendini var eden bir kurum. Dolayısıyla eğitim, bütün bir toplum yapısının inşasında önemli bir yer kaplıyor ve sorgulamayan, itiraz etmeyen bireyler yetiştirmenin yollarına her gün bir yenisini daha ekliyor.