Film en kaba biçimde lezbiyen ve gay bireyler ile maden işçilerinin birbirlerini kabullenme süreçlerini anlatıyor. Karşı karşıya gelen ve ezilmeleri ile ortaklaşan, toplumda insanca yaşamak istediği ve haklarını talep ettiği için aslında benzer bir mücadele veren iki farklı oluşum; maden işçileri ve eşcinseller.
Filmde Mark’ın bir konuşması sırasında arkadan gelen “evet biliyoruz seni, komünistsin“ sesi ile sonlara doğru madenci sendikası üyesi bir kadının,
“Yürüyoruz yürüyoruz, yan yana, güzel günler adına Kadınız,
insanız, insanlığı ayağa kaldırıyoruz
Paydos bundan böyle köleliğe, aylaklığa
Herkes çalışsın, bölüşülsün kardeşçe, yaşamın sundukları İşte
bunun için yükseliyor yüreklerimizden
Bu ekmek ve gül türküleri
Ve yineliyoruz hep bir ağızdan “Ekmek ve gül! Ekmek ve gül!””
adlı şarkıyı söylemesi bu iki kesimi birleştiren bir kesittir.
Tokalaşan eller sembolü
“İşçi hakkı bu anlama geliyor, gelmeli. Sen beni ben de seni desteklerim. Kim olursan ol nereli olursan ol. Omuz omuza, el ele” (34:37 )
Tokalaşma yada el sıkışma eşit statüdeki insanların kendi varlığını karşısındakine hissettirmesi içindir. Yukarıda alıntılanan sözde ve tokalaşma sembollemesinde de bundan bahsetmektedir. İşçinin patronla olan mücadelesi bariz bir ezen-ezilen ilişkisidir. İşçi her zaman patrondan alacaklıdır. Ama ezilen-ezilen ilişkisinde kimsenin birbirinden alacağı yoktur. Aksine bir sistem karşıtlığında ortaklaşırlar. İşçiler hayatı yaratanlardır. Bugün onların olmadığı bir dünya düşünülemez. Toplumun en değerli şeyini emeği elinde taşıyanlar sadece yerel olarak bizim ülkemizde değil, evrensel bir sömürü ile güvencesiz çalıştırılma içerisindedir. Bunların en ağır bedelini de ödeyen onlardır. Hayatları pahasına maden ocaklarında çalışan ve neredeyse hiçbir madende olmayan hayat kurtarıcı yaşam odası ile yerin bin kat altında çalışırlar. Bu doğrultuda bir gey ya da lezbiyen bir madenciyi doğalında savunmalıdır.
Ama elbette ki iki tarafa da bunları anlatmak o kadar da kolay değildir ve bu iki oluşum birbiriyle hemen kaynaşmazlar. Filmde eşcinsel bir erkek madenci işçilerin onu cinsel kimliğinden dolayı dövdüğünü söyler toplantıda. Diğer yandan madenci işçileri ve aileleri ise onların ahlaksız, günahkar yada hastalıklı olduğu düşüncesi ve getirdikleri paranın bile değersiz olduğunu düşünürler. Peki neden birbirlerini kabullenmekte bu kadar zorlanırlar?
Kalıp yargılar ve uzlaşmanın mümkünlüğü
Aslında bence bu sorunun cevabı çok basit değil. Farklı yaşam biçimlerini kabullenen biri için kabullenmeyenlere karşı kalıp yargı, bu yaşam biçimlerini kabullenmeyen biri için ise kabullenenlere karşı oluşan önyargı bir gerginleşmeyi doğurur. Bu kalıp yargılardan biraz bahsedelim. Örneğin filmde yaşlı bir kadın lezbiyen kadınlarla tanıştığında sabırsızlanarak dinlediği rivayetleri sormak ister. Onların bahsedildiği gibi vejeteryan olup olmadığını, sonrasında vegan olduğunu öğrenmesi ve filmin sonlarına doğru yaşlı kadının lezbiyen kadınlara vegan yiyecek yapıp getirmesi, bu önyargıların kırılmasına çok güzel bir örnekti bence.
İçinde yaşadığımız toplumun genel kabullenilmiş bir yaşam biçimi vardır. Bu yaşam biçimi genel olarak yaşananı, normal olanı kabul eder geri kalan ise ‘öteki’dir. Bu heteronormative farklı cinselliğe razı değildir. Çünkü toplumda inanılmış katı iddia gereği tek tip cinsellik, heteroseksüelite, yani yalnızca kadın ve erkek cinsel birleşmeyi sağlayabilir. Normal olmayan, norm olmayan ise bir kadının bir kadınla ya da bir erkeğin bir erkekle olan “hastalıklı” ya da ”tuhaf” olan ilişkisidir.
Şimdi kafasında bu kodlarla yaşamış, bu kültürün içinde doğmuş büyümüş insanlara, kendini korkmadan ifade edebilen ve eşcinsel olduğunu söyleyebilen insanlar ile aynı kamusal yaşam içinde kabullenme sorunsalına değinelim. Burada şu kısıma dikkat etmek istiyorum. Filmde Dai ömrümde tanıştığım ilk eşcinsellersiniz diyor karşısındakilere, Mark da farkında olarak tanıştığın diye düzeltiyor. Çünkü Dai’nin hayatından eşcinsel olduğunu bilmediği bir çok kişi gelip geçmiştir. Ve belki de bunlardan en büyüğü Cliff’tir. ‘Lezbiyenler ve Geyler Madencilerle Dayanışıyor’ topluluğu bilinçli, toplumsal hareketler üzerinde örgütlenerek hareket eden bir oluşumdur. Bu anlamda film boyunca da toplanan dayanışma parasını eşcinselliklerini gizlemeden veriyorlar. Çünkü biliyorlar ki bu kimliği gizleyerek vermeleri aslında kaybetmektir. Çünkü mesele madencilere para dışında da bir şey vermektir. Burada Che’nin bir sözünü alıntılayalım: ”Dayanışma ezilenlerin inceliğidir.”
ONUR
Türk Dil Kurumu ‘itibar’ sözcüğünü saygınlık görme olarak tanımlıyor. ‘İtibarsız’ ise dolayısıyla değeri olmayan, değerli görülmeyen, saygı görmeyen anlamına geliyor. Eşcinselleri itibarsızlaştırmak için toplumda hakaret ya da küfür olarak kullanılan: ibne, yumuşak, nonoş, oğlan gibi kelimeler de aslında toplumun bu ötekilerini itibarsızlaştırma üzerine kurulmuştur. Aslında buna aşinayız. 1980 cuntası sonrası siyasi olarak farklı düşünen ve bunu hayata geçirmeye çalışan insanlara yapılan işkencelere baktığımızda onları çıplak bırakmak vardır. Aslında buradaki amaçta o insanları onursuzlaştırma ve itibarsızlaştırma üzerinedir. Yine filmin bir kesitinde yapılan provokasyon haberinde Joe Mark’a kendilerine ibne denildiğini söyler. Mark ise şunu söyler: “Şimdi gay toplumunda uzun ve onurlu bir gelenek var ve bu gelenek uzun yıllar boyu korunacak. Biri sana isim taktığında alır ve sahiplenirsin.“ Yani karşı tarafa, seni itibarsızlaştırmaya çalıştığı kelimelerin boşa düştüğünü gösterirsin. Bunun için yürüyüşün adı da filmin adı da Onur’dur. Çünkü hiçbir eşcinsel değersiz, saygınlığı olmayan değildir. Dolayısıyla itibarsızlaştırılmaması gerekendir.
Muhafazakar aile, muhafazakar Thatcher, muhafazakar medya ve muhafazakar Maureen
Yazının başında madenci ve eşcinsellerin ortak düşmanından bahsetmiştik. Aslında her ikisinin de düşmanı olan hükümet politikalarıdır. Çünkü bu politikalar sadece toplumun çok küçük bir kısmının yararınadır. Hükümet biçimine bürünmüş sendika konseyi üyesi Maureen ya da yine bu baskıcı tipe bürünen Joe’nin ailesi de devletin bu aygıtlarından biridir. Aile toplumun en küçük birimi olarak bir çok şeyi yeniden üretir ve çocuklarına aktarır. Kültürü, normları, yapmamız ve yapmamamız gerekenleri. Eşcinsel olmamayı ya da devlete karşı çıkmamayı, çıkarsan da bunun bir sınırının olduğunu… Bu sınırı aile, devlet ortaklığı çizer. Kişinin özgürlük alanını da ev içinde aile, meydanlarda ise devlet kısıtlar.
Bu ideolojiyi yaymak ve kitlelere ulaştırmak için ise medya aygıtını kullanır hükümet. Medya toplumun haber alma kaynaklarından biridir. Tarafsız olması çok hassastır çünkü bir düşünceyi şekillendirir. İnsanların kaynak göstereceği ve en önemlisi inanacağı ve referans vereceği bir alandır. Buradaki en ufak bir çarpıtma yada taraf olma (iyi olanın yanında taraf olma değil) toplumda da bir kırılmaya yol açar. Çünkü sokakta yaşananlar ile televizyonda görülenlerin aynı olmadığını görmek bir yana bir de bu çarpıtmalara referans vererek doğru olanın kendisi olduğunu düşünenlerle karşı karşıya gelmek vardır.
Bir diğer konu ise sevimsiz Maureen’dir. Bir türlü kabullenemediği ve sırf onların gitmesi için gazetelere haber bastıran homofobik yaklaşımları olan bir kadını oynar filmde. Aslında bu bize biraz Türkiye’deki bazı büyük sendika kuruluşlarına çöreklenmiş, koltuk sendikacılarını hatırlatıyor. Sendikaları Karl Marks “sosyalizm okuluna“ dönüştürmeyi planlıyordu. Oysa bu büyük-küçük bazı sendikalardaki yolsuzluk durumu ya da sendika başkanlarının özel araç tutup işçi aidatları ile ortalamanın üstünde bir maaş ile geçinmesi sendikaları “kapitalizm okuluna” dönüştürüyor. Sınıf mücadelesi penceresinden bakınca da sendikalar uzlaşı araçlarıdır. Yani aslında kendi bulunduğu konum itibari ile de çelişen bir tutum içindedir. Bu yüzden hem hükumeti hemde bazı kötü sendikacıları anlatır bize bu karakter.
Kazanım ve zafer
Son olarak kazanım ile sonuçlanan bir olay görüyoruz. Onur yürüyüşüne gelen bir çok madenden işçisi ile eşcinsellerin aynı ortak çatı altında bir eylemde var olmaları… Başta çekilen bir çok zorluğa, ayrımcılığa ve en önemlisi umutsuzluğa rağmen bir direnişin büyütülmesi sonucu ulaşılan zafer… Kendilerini bir başkasına anlatabilmek ve ön yargıların aşılmasını sağlayabilmek… Bu ön yargılar dün ortaya çıkan şeyler değildir. Bir tarihi vardır bu zamana kadar kemikleşerek gelmiştir. Kırılması güçtür. Bunu kırıp yerine farklı bir yaşam biçimini kurmak farklı bir kültür oluşturmak zordur ama imkansız değildir. Toplumsal dönüşüm için kırılma şarttır ancak bir dönüşüm gerektirir.
Toplumsal gelişme tanımı gereği şöyledir:
‘Toplumun kültürünün, yapısının ve toplumsal davranışlarının zaman içinde farklılaşmasıdır. Toplumsal yapıdaki farklılaşmadır. Toplumsal değişme bir toplumun yapısında, kurumlarında ya da kurumların birbiriyle olan ilişkilerinde meydana gelen değişmelerdir. Örneğin, son altmış yıldır Türkiye tarım toplumu özelliğinden sanayi toplumuna doğru değişmiştir. Bu da toplumdaki insanların yaşam biçimiyle ilgilidir.’
Bundan on yıl önce yadırganan birçok davranış, bugün normal olarak karşılanıyorsa bu toplumsal değişmenin sonucudur.
Filmin sonunda bu dönüşümün, değişimin sağlandığı görülüyor.
Kaynakça
Toplumsal değişme tanımı “( http://webders.net/toplumsal-degisme-ders-24-515p2.html , 27 aralık 2017’ de erişildi).