Bu sıralar sosyal medyada beslendikleri siyasi yapılara aykırı düşen tarihi olayları ya da karakterleri yeniden spekülatif bir biçimde ele alan ve bunları terör olarak damgalayarak toplum nezdinde meşruluğunu yıkmaya uğraşarak kendini var etmeye çalışan medya lafazanları türedi. Kimisi oturduğu yerden bilgisayar başında Deniz Gezmiş’e dair yalanlar sıralayıp, onun takip edilmesi, benimsenmesi erdemsiz; onursuz bir davranışmış gibi manipülatif ve alçakça vaazlar verirken, kimisi bir yayınında Filistin’de öldürülenler için duyar kasarken başka bir yayınında Mahir Çayan’a Efraim Elrom eylemi üzerinden saldırarak kendi yalan tekkesini oluşturmaya çalışmakta.
İşin kötüsü bu lafazanların saçmalıklarının özellikle hayatı boyunca AKP dışında herhangi bir hükümet görmemiş, hayatının her alanı kendinden önceki kuşaklara göre kapitalizm tarafından çok daha yüksek boyutlarda sürekli saldırıya uğrayan genç kuşaklar tarafından takip edilip benimseniyor olması.
Bu genç kuşaklar, hayatlarının sürekli olarak kendilerinden bağımsız bir biçimde eğilip bükülmesinin, kısıtlanmasının ardındaki fiili uygulayıcılar olarak siyasi partileri, parti başkanlarını görmeleri nedeniyle doğalında siyaseti görüyor, duyuyor, en kötü takip etmek derecesinde ilgileniyorlar. Hatta çoğu genç kendini, hayatlarına gerçekleştirilen pek çok saldırının başat, görünür aktörü olan AKP’ye de muhalif olarak tanımlıyor.
Bahsettiğimiz madrabaz takımı bu hedef kitleyi çok iyi tahlil ederek kendilerini var etme stratejilerini kuruyorlar. Kendilerini de tıpkı hayatları kısıtlanan, baskılanan, geleceksizlik dayatılan, bu düzenle bir derdi olan ancak devlet sevdalısı, vatanperver entelektüel gençler olarak pazarlayarak gençlerin siyasal eğilimlerini manipüle etmeye çalışmaktadırlar.
Gençlerin yaşadıkları sorunların tek kaynağı olarak nedensiz, amasız, fakatsız bir biçimde bu uygulanan politikalar keyfe keder isteklere bağlı bir şekilde oluşturuluyormuş gibi AKP ya da diğer partileri işaret etmektedirler. Ancak bu sorunlara dair herhangi bir kapitalizm eleştirisini, devlet eleştirisini günah sayarak devlet ve bu düzen yaşanılanlardan azade, ilahi iyi ve dokunulmaz olan şeylermiş algısı yaratmaktadırlar. Bu düzenin gençliğe çizdiği sınırları aşan herhangi bir şey gördüklerinde onu toplumsallıktan aforoz edip, terör damgası vurarak sosyal medya propagandaları oluşturuyorlar. Bu nedenle sorunların esas kaynağını başarıyla gizlemiş oluyorlar.
Yani bu arkadaşların derdi kapitalizmin gençlere çizdiği sınırlar, gerçekleştirdiği saldırılar ya da AKP’nin veyaherhangi bir siyasal yapının, liderin uyguladığı politikalar değil. Bu madrabazların derdi sorunlarından kaynaklı olarak AKP muhalifi olan gençlerin düzene muhalefet ederek bu ablukayı yıkma ihtimalidir.
Dolayısı ile bu lafazanlar muhalif görünmelerine rağmen sorunlarımızın, bizlere yöneltilen bu saldırıların birer aparatıdır. Bir şeylerin değişmesi gibi bir dertleri yoktur,olamaz da. Bunların beslendiği, kendilerini var edebildikleri yer bizim için bir cehennem olan bu düzenin kendisidir. Günümüzde herhangi bir kimsenin ya da tarihsel bir figürün, olayın sorunun kaynağı olarak düzeni işaret etmesi, bunu değiştirmek için çalışması halinde kendilerine saldırılıyormuşçasına kuduruyorlar.
Gerçek şu ki arkadaşlar: AKP ya da herhangi bir parti bu politikaları canı istediği için değil, sermaye sisteminin ihtiyacı bu olduğu için, yani bu sistemin biz gençleri ucuz işgücü olarak kullanması, işçiyi kolayca bulabilmesi gerektiği için üniversiteler niteliksiz meslek edindirme kurslarına dönüştürülüyor, uluslararası sermaye 350 dolara işçi çalıştırabilsin diye döviz kuru bu kadar yükseklerde geziyor.
Velhasıl kelam bu cendere o hokkabazın, bu şaklabanın kamera karşısına geçip bu kötü, bu iyi demesiyle kırılacak bir şey değil. Ancak sisteme muhalefet ve hatta arttıralım: mukavemet ederek bu cendere kırılabilecek, bu kader değişebilecektir.
Bu arkadaşların kendilerine dayanak yaptığı ve toplumda da genel bir kabul gören düşünce var: zorun ve şiddetin olduğu yerde siyaset olmaz. Haklarını savunsunlar ancak bunları yollarına uygun biçimde yapsınlar, hukuki yollara başvursunlar, şiddete zora başvurmasınlar. Yoksa haksız duruma düşerler, yoksa terörist olurlar… Fakat arkadaşlar zor kullanmak, şiddete baş vurmak sadece hakkını arayan gence, sendikalı olduğu için işten atılıp işe geri alınmak için eylem yapan işçiye, yani mağdur olana, yani yoksula özgün bir şey değildir. Gençler, işçiler genel olarak yoksullar zaten sürekli olarak sistematik, organize bir zora, şiddete maruz kalıyorlar. Kapitalizmin devamlılığı da başka türlü çok mümkün değildir. Örneğin eğer madenciyi yerin altında, güvenlik için gerekli önlemleri almadan üç kuruşa çalışmaya mahkum edecek koşulları sağlamazsan yani madenciyi oraya sokmaya zorlayacak sistemi kurmazsan hiç kimse o madene o paraya, o tehlike altında inmez. Ve maden patronu da oturduğu yerden milyon dolarlar kazanamaz. Mesela Soma’da 301 madenciyi öldüren Eynez Madenininsahipleri o yıllarda yılda 25 milyon lira kazanırken en yüksek maaşı alan işçi ise öldürüldüğünde aylık 1400 lira alıyordu, 12 ayla çarptığımızda yıllık 16 bin 800 lira ediyor. Ocakta çalışan tüm madencilerin tüm gider kalemlerinin toplamı 1 milyon lira etmiyor. Bunun kendisi başlı başına bir şiddettir. Bu üretim biçiminin, bölüşüm biçiminin şiddet üretmeme olasılığı yok, çok küçük zengin bir azınlık grubu yaşamsal kaynakların tamamına yakınına hükmederken milyarlarca insanın bunlara ulaşımının imkansız kılınması başlıca sistematik, organize bir şiddettir.
O yüzden siyaset zaten bu şiddet sarmalının ta kendisidir. Gerçek hayatta bu düzen içerisinde şiddetten arınmış herhangi bir yer yoktur. O yüzden şiddet ve zor, siyasetin içerisindedir. Bizlere kitlesel, organize, orantısız bir şiddet uygulanırken bizlerin hakkımızı savunabileceğimiz araç nedir?
Peki hukuk? Hukuk yolu ile haklarını arasınlar! Mağdurhaklıysa hukuk onlara haklarını verir. Mİ?
Hukuk dediğimiz şey bu toplumsal formasyonu düzen içerisinde devam ettirebilmek yani üretimi ve bölüşümü düzenli bir şekilde gerçekleştirebilmek için vardır. Güçlü olan hukuku biçimlendirir. Güçlü olan, üretimi ve bölüşümü kendi lehine düzenler ve bu düzenin kurallar bütünü olarak yazıya dökülmesine hukuk denir.
Üretim ve bölüşümün güçlü lehine düzenlenebilmesi için güçsüz olan üzerinde organize, sistematik ve doğrudan şiddet pratiklerine ihtiyaç vardır. Hukuk bu şiddet pratiklerini de düzenler. Örneğin Barınamıyoruz Hareketinin 2021’de gerçekleştirdikleri eylemi hatırlayalım. Yüzlerce genç, 12 Aralık 2021’de Meclis’te bütçe görüşmelerinin yapıldığı sırada barınma sorununun muhataplarına öğrenci yurtları için daha fazla bütçe ayrılması gerektiğini duyurabilmek için Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden Ankara’ya gelmek üzere yola çıkmıştı. Öğrenciler daha Ankara’ya giremeden yoldaValiliğin açıklamasına dayanılarak polis tarafından gözaltına alınıp Anayasa ile korunan seyahat hakları, yine Anayasaya dayanan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakları yine kanuna dayanarak hukuken gasp edildi.
Yani hukuk bizi korumaz, hukuk güçsüze zor uygular, şiddet uygular ve bu hukuk olur. Örneğin yemekhanenizde yapılan bir zammı protesto ettiğiniz için güvenlik ya da polisten dayak yiyebilirsiniz ve bu yediğiniz dayak hukuki olur. Birileri sizi hukuki olarak dövebilir.
Yani hak aramada, bir şeyleri düzeltmede zor gücünüz, şiddet gücünüz artmadıkça, hukuku değiştirebilecek bir seviyede caydırıcılığa ulaşamadıkça hukuk güçsüz için herhangi bir anlam ifade etmez.
Yani arkadaşım tüm insanlık yeryüzünde iki millete ayrılmıştır. Biz ve onlar. Yani yoksullar ve zenginler, yani güçlüler ve güçsüzler, yani sömürenler ve sömürülenler. Bu düzen, onların düzeni; bize ve onlara aynı şeyi sunmaz. Kanunlar onlara çalışır, devletler onların mülkünü; karını korur, okullar onlara bilgi üretir; işçi, mühendis, akademisyen, kanunlarını yapacak hukukçu yetiştirir, dinler bu düzene yani onlara isyan edilmemesini vaaz eder… Biz ve onlar öylesine sert, öylesine kesin ayrıyız ki bu düzenbize hiçbir koşulda aynıyı sunamaz.
Öyleyse ne yapmalı? Nasıl hakkımızı savunmalı, nasıl kendimizi korumalı ya da daha önemlisi nasıl değiştirmeliyiz?
Bugün yüzyıllardır olduğu gibi onların düzeni yoksullara ölüm, işsizlik, fakirlik, insandışılık dayatıyor. Ve bu kapitalist düzen içerisinde zordan şiddetten arınmış herhangi bir yer yoktur, kaçılamaz. Bu yüzden sevgili arkadaşım insan kalabilmek için bu düzenden kurtulmak, bu düzeni yıkmak gereklidir. Yeniden yapmak için yıkmak gerekir. Yani evet. İsyan etmek gerekir.
Bugün Deniz Gezmiş’e saldırmalarının sebebi Deniz’in ülke halkına bu cenderenin muhalifçilik oynayarak ya da parlamentoda atılan boş nutuklardan medet umarak değil ancak düzene yani bize zor uygulayana zor uygulayarak kırılacağını hayatı ile gösteren amasız ve amansız bir isyancı olmasından kaynaklanmaktadır.
Bugün öcüleştirilen, aforoz ve daha fazla şiddet tehdidi ile uzak durdurulmaya çalışılan isyancılık bizlerin tüm tarihini oluşturmaktadır. Deniz Gezmiş bu isyankarlar denizinde tek bir damladır.
Düzenin size dayattığı zora, şiddete, şiddet yolu ile cevap vermek sizi siyasi görüşünüz, diliniz, dininiz, mesleğiniz fark etmeksizin isyancı yapar. Çünkü yoksulun, bu düzeni ciddi manada tehdit edebilecek zor ve şiddet dışında herhangi bir seçeneği yoktur. Tek gücü milyonlarca kendisi gibi olanla birlikte organize karşı şiddet gerçekleştirebilme ihtimalidir. Deniz bu yüzden topyekün bir tehlikedir. Çünkü yoksulların gücünü, şiddet potansiyelini görmektedir ve bunu ortaya çıkarmak için hayatı pahasına çabalamıştır. Çünkü bu öyle kudretli bir güç ki isyan ettiğinde yeryüzündeki tüm kurulu düzeni tersine çevirebilecek bir potansiyeli vardır. Bu yüzden tek seçeneğimiz: evet, isyan!