Netflix yayınladığı dizi ve filmlerle sosyal medya aracılığı ile hepimizin gündemine oturuyor. Dizilerin sezonlarında bulunan bölümleri tek seferde yüklemesi, platformda bulunan dizi ve filmleri indirilebilir kılması, her yapımı bulundurmasa da çoğunu havuzunda bulundurması ve bu sayıyı neredeyse her geçen gün arttırması, yapımlar için bir çok alt yazı seçeneğinin yanında dublaj seçeneğini de sunması gibi özellikler neredeyse onu vazgeçilmez kılmaya başladı.
Elbette bu kadar popüler ve göz önünde olan bir platformun yaptığı her işin de tıpkı kendisi gibi aniden gündemimize oturması şaşırtıcı değil. Son zamanlarda yayınlanan ve elbette herkesin konuşmaya başladığı dizilerden biri, You. Dizinin ana karakterlerinden birinin Gossip Girl ile tanıdığımız Penn Badgley olması dizinin giderek artan popülaritesini besliyor. Dizi, IMDB’de suç, dram ve romantik türleri içinde kategorize edilmiş. Yine IMDB’ye göre dizinin 10 üzerinden puanlamada aldığı puan 8 fakat bölümlerin puanları 9’u bulabiliyor. Dizi, Caroline Kepnes’in aynı isimli romanından bir uyarlama ve temelinde “Aşk için ne yapabilirsin?” sorusuna Penn Badgley tarafından canlandırılan Joe Goldberg karakterinin cevabını anlatmayı hedefleyen bir öyküye sahip. Joe Goldberg, bir kitapçıda yönetici olarak çalışıyor ve sıradan bir günde kitapçıya kitap almak için giren Guinevere Beck’i fark etmesiyle hikaye başlıyor. Gördüğü andan itibaren Beck’e tutulan ve onu hayatının aşkı ilan eden Joe’nin aynı zamanda Beck üzerinde bir iddiası var, her ne kadar Beck henüz onu tanımasa da, kendisinin de kadının hayatının aşkı olduğundan şüphesi yok. Bu iddiasını kanıtlamak uğruna Joe’nin “Aşk için ne yapabilirsin?” sorusuna verdiği cevap, apaçık bir biçimde ortaya konuyor: Her şeyi! Gerçekten de Joe “aşkı” için yaptığı şeylerde sınır tanımıyor. Ayrıca tüm bu hareketlerinin altında aşk dışında da çok güçlü nedenler yattığından emin. Beck’i ilk gördüğü andan itibaren yaptığı her şeyi, Beck’in hayatını iyileştirmek için yaptığı inancında. Kaldı ki Beck’in hayatı hakkında daha çok bilgi sahibi oldukça, onun aslında dış dünyaya yansıttığından çok daha farklı bir insan olduğu, insanların gördüğünden çok daha zeki, güçlü ve bilinçli bir kadın olduğu inancı oluşmaya ve pekişmeye başlıyor. Ve elbette “aşkı” için delicesine eylemleri gerçekleştirmekten çekinmeyen bu adamın nihai hedeflerinden biri “gerçek Beck’i” ortaya çıkarmak. Bu şekilde baktığımızda gerçek bir aşk hikayesini konu edinen dizi son derece romantik görünüyor. Fakat dizi madalyonun çirkin yüzünü de gösteriyor bize. Joe, Beck’e onu görür görmez aşık oluyor evet ama bu birkaç saniyelik süreç nasıl ilerliyor? Beck kitapçıya girer girmez, Joe gözlerini ondan alamamaya başlıyor ve her hareketini değerlendirip bu hareketleri kendince yorumluyor. Zaten Joe’nin gözleme dayalı çıkarımları senaryonun neredeyse yarısından çoğunu oluşturuyor demek mümkün. Kamera açıları, sahne dizaynı, renkler ve ses araya girince izleyicinin bu kadar romantik bulduğu hikayeye, en azından ilk karşılaşmanın anlatıldığı 4.5-5 dakikasına tüm bu yan etmenler olmadan bir göz atalım.
“Merhaba. Kimsin? Sende bir öğrenci havası var. Bluzunun önü açık. İlgi çekmeye gelmedin ama o bileklikler fena şıkırdıyor. Azıcık ilgiyi seviyorsun. Tamam, yemi yuttum. F ile K harfleri arasındaki romanlara bakıyorsun. Şimdi… Asla bitiremeyeceği Faulkner arayan kendine güvensiz tiplerden değilsin. Stephan King için fazla güneş görmüşsün. Hangi yazarı seçeceksin? Mahcup bir sesin var, iyi bir kız olmaktan utanıyormuşsun gibi. Ve bana ilk kelimeni mırıldanıyorsun.”
Bu noktadan sonra ikilinin arasında, her müşteri ile satıcı arasında geçebilecek ama belki biraz daha mizahi yoğunluğu olan kısa bir konuşma geçiyor ve konuşma esnasında Joe’nin iç sesi bir süreliğine kesilse de Beck’in istediği kitabı almak için üst katlardaki raflardan birine uzanmasıyla devam ediyor.
“Sütyen giymedin mi? Üstelik fark etmemi istiyorsun. Bir filmde olsaydık belini kavrardım ve kitaplıklar arasında sevişiverirdik.”
İkili arasındaki konuşma kısa bir süre daha devam ediyor fakat Joe’nin başka bir müşteriyle ilgilenmek zorunda kalması sonucunda kesiliyor ve Beck’in aldığı kitabın ödemesini yapmak üzere kasaya gelmesi ve kredi kartını uzatmasıyla yeniden başlıyor. Tabii Joe’nin iç sesi de öyle.
“Buna yetecek nakdin var ama ismini öğrenmemi istiyorsun. Gülümsedin, esprilerime güldün, bana ismini söyledin, benimkini sordun.”
Bu cümlelere baktığınız zaman kafanızda aşık bir insan profili mi oluşuyor sapık bir insan profili mi? İş elbette burada sınırlı kalmıyor. Joe “gerçek aşkını” daha iyi tanıyabilmek adına onun bütün sosyal medya hesaplarını tek tek buluyor ve saatlerce inceliyor. Bu incelemeler esnasında seyirci Joe’nin “basitçe gözlem yapan” iç sesinden asla mahrum bırakılmıyor. İnternet üzerinden Beck’in hayatına dair bütün detayları öğrenme çabası Joe’ye yeterli gelmiyor ve paylaşımlarındaki konum bilgileri aracılığıyla Beck’in ev adresini buluyor. Böylelikle artık Beck’i sadece sanal dünyada değil gerçek dünyada da takibe almış oluyor. Saatlerce Beck’in evinin önünde penceresinden kadının hayatını gözetliyor. Evindeki mahremiyetini hiçe sayıyor, her hareketini analiz ediyor ve kendince düşünceler geliştiriyor. Beck, arkadaşlarıyla buluşmaya gittiğinde, dışarı çıktığında kısaca her anında farkında olamasa da onu gözetleyen, takip eden ve her hareketini analiz eden biri daha oluyor yanında. Joe’nin, Beck’le arasında duygusal ve cinsel bir ilişki bulunan Benjamin’i görmesiyle birlikte Joe “hayatının aşkıyla” arasında tahmin ettiğinden çok daha somut engeller olduğunu öğreniyor. Bütün bunlar devam ederken elbette her an gizlice Beck’in arkasında olan, kendince Beck’i kollayan hatta gizlice evine girip doğal gaz sistemini kontrol ettirmekten bile çekinmeyen Joe’nin “bir tesadüf” sonucu Beck ile yeniden karşılaşması çok da zaman almıyor. Bu karşılaşmadan sonra düzenli olarak iletişime geçen ikilinin sadece Joe’nin değil her ikisinin de aktif katılımını barındıran ilişkileri başlamış oluyor. Elbette Joe, Beck’in hayatı hakkında sahip olduğu bilgilerle kısa sürede onu etkilemeyi başarıyor fakat Benjamin ikili için hala bir engel teşkil ediyor. Çünkü Beck’in hayatında Benjamin olduğu sürece Joe’nin o hayatın bir parçası olamayacağı yaşanan şeylerle net bir şekilde ortaya çıkıyor. Böylelikle çeşitli olayların da gelişimiyle Joe bu engeli kaldırmaya karar veriyor. Kaldırılmaya karar verilen bu engel elbette son engel olmuyor. Dizinin birinci sezonu boyunca Joe, Beck ile arasına giren her şeyi yok etmeye devam ediyor. Bu uğurda Benjamin’i ve Beck’in en yakın arkadaşı olan ama gizliden gizliye de ona aşık olan Peach’i öldürüyor. Evet, Joe gerçekten de kelimenin tam anlamıyla “aşk” için her şeyi yapan bir adamı canlandırıyor. Bu esnada gözden kaçırılmaması gereken bir alt metin de var. Joe, Beck’i gördüğü andan itibaren onun hayatını iyileştirmeyi, Beck’i yansıttığı kişiden uzaklaştırıp olmak istediği kişiye ulaştırmayı ve ona iyi gelmeyi, onun hayatını düzene sokmayı görev bilmişti. Yaptığı eylemler cinayet kadar korkunç boyutlarda olsa da yapılan her hareketin ardından seyirci Beck’in hayatındaki düzelmelere de şahit oluyor. Hatta Beck, Joe’nin yaptığı şeyleri öğrendikten sonra gelişen olaylar üzerine Joe’nin kendisini korumak için Beck’i öldürmesi bile, Edebiyat mezunu ve Sanat Tarihi yüksek lisansı yapan, hayatındaki tek hedefi iyi bir yazar olmak olan Beck’in bu isteğini yerine getirmesine neden oluyor. Beck’in ölümünün hemen ardından Joe işlediği suçları bir başkasının üzerine yıkmak için, Beck’in onun tutsağı olduğu esnadan ondan kurtulmak adına çevirdiği oyunun bir parçası olan ve o ana kadar işlenen tüm suçları bir başkasının üzerine yıkan metinlerini derleyerek Beck adına bir kitap yayınlatıyor ve Beck ölümüne sebep olsa bile ünlü bir yazar oluyor. Peki, tüm bu korkunç sonuçların ve olayların merkezinde Joe’nun Beck’e olan “aşkı” yatarken, o aşkı kaybetmemek uğruna cinayet işlemeyi ve insan kaçırmayı dahi göze alan Joe nasıl oluyor da sırf kedisini korumak için Beck’i öldürebiliyor? Hani aşk için her şeyi yapan bir adamın hikayesi anlatılıyordu? Evet, aşk için her şeyi yapan bir adam Joe. Ancak günün sonunda yaptığı her şeyi Beck’e karşı olan aşkı için değil özünde kendine olan aşkı için yaptığı sonucu çıkarılabilir. Hikayenin başına dönelim. Joe, henüz Beck ondan bir haberken Beck’e olan aşkıyla akıl almaz davranışlarda bulunuyordu ama aşk gerçekten bu mu? Sadece sosyal medya hesaplarını detaylı bir şekilde inceleyerek fakat onunla doğru düzgün bir iletişime girmeden bir insana aşık olmak mümkün mü? Joe için Beck hiç bir zaman hayatının aşkı konumunda yer almamıştı ki. Beck, Joe’nin yeni avıydı. Kendine uygun gördüğü, kendine iyi geleceğine inandığı, onun iyi yönlerini açığa çıkaracağını fark ettiği bir objeydi. Yaptığı hiç bir şey Beck ona aşık olsun diye ortaya çıkmadı, o Beck’in aşkına sahip olabilsin diye ortaya çıktı. Hikayeyi bu bakış açısıyla izlediğimiz zaman, sonunda Beck’in Joe hayatta kalabilsin diye, Joe tarafından öldürülmüş olması o kadar da tuhaf gelmiyor.
Ama yine de tuhaf gelen bir şey var, Netflix neden başından sonuna kadar kadın düşmanlığını yansıtan böyle bir hikayeyi izleyiciye sundu? Önünde sonunda yere göğe sığdıramadığımız bu platform aslında sadece ticari amaç güden ve bu amaç uğruna toplumda yaratacağı tahribatı dikkate almayan bir kuruluş. Hikaye izleyici çekebilecek bir hikayeydi şüphesiz. Romantikti, aksiyon doluydu ve yapılan her şeyin haklı bir sebebi vardı: “Aşk.” Günümüzde yalnızlaştırılan ve yabancılaşma sorunuyla boğuşan insanın, her şeyin çözümü olarak kabul edebileceği bir olgu ve bu olgu uğruna girilebilecek yolları anlatan bir hikayeydi ortada ki. Elbette eğer Joe, sapık deyince hepimizin aklına gelen bir tiplemede seyirciye sunulsaydı dizi bu kadar tutmayacaktı. Aynı şey hikayenin orijinalini barındıran kitap için de geçerli tabii ki. O yüzden Joe’ye çok iyi özellikler de yüklendi. Sorunlu bir ilişkisi olan komşusunun çocuğuna duyduğu şefkat, o çocuğu korumaya yönelik davranışları, onun için aldığı riskler bizleri Joe’yi saf bir kötü olarak nitelemekten alıkoydu. Her ne kadar ilişkilerini başlangıç ve gelişim aşamasında olanlar kanımızı dondursa da ilişki boyunca Joe’nin Beck’e kötü davrandığına şahit olmadık. Her zaman anlayışlı ve destekleyici bir sevgili rolündeydi. Beck’in dertlerini dinledi, çözüm önerilerinde bulundu, gülümsedi, affetti, gerektiğinde hatasını anlayıp özür diledi. Ayrıca baş rol olarak seçilen Badgley’in de Joe hakkındaki olumlu izlenimlerimizi arttırmada çok önemli katkıları oldu. Sapık deyince aklımıza gelen fiziksel özellikleri barındırmayan, “eli yüzü düzgün, iyi aile çocuğu görünümlü” kıyafetleri her zaman temiz ve özenli bir adamdı karşımızdaki. Böylelikle aslında korkunç ve korkunç olduğu kadar da günümüzde yaşanma olasılığı yüksek hatta yaşanan ve yaşayanların hayatını cehenneme çeviren bir hikaye büyük bir romantizm hikayesi olarak izleyiciye sunuldu. Netflix popülerliğine popülerlik katarken, dizi sayesinde harcadığından çok daha fazla para kazanırken haberlerde izlesek ya da gazetelerde okusak kanımızı donduracak olan bu hikayeyi belki de içten içe Joe’nin aşkına hayranlık duyarak izledik. Medyanın, ünlülerin, hükümetlerin sözde çok hassas olduklarını iddia ettikleri kadına şiddet, kadın cinayetleri gibi konular aslında bu ve benzeri yapımlarla her seferinde yeniden üretilip, eril zihniyet tekrar tekrar beslenirken, bu hasta zihinlere yepyeni yollar öğretilirken ve “hayal güçlerini” daha da genişleten bir rol alırken resmiyette verilen demeçlere inanmak giderek daha da gülünç ve imkansız bir hal almıyor mu? Toplumu bu konuda bilinçlendirmeyi pekala kendine yol olarak seçebilecek bu kuruluşlar sırf daha çok para kazanmak uğruna bu gibi yapımları süsleyerek, dev reklam kampanyalarıyla ruhumuz bile duymadan bize izletebileceklerini, patiyarkanın ekmeğine yağ sürerken aynı zamanda birkaç sevimli cümle ile bizleri de idare edebileceklerini sanıyorlar fakat yanılıyorlar. Her ne kadar arkada yatan iğrençliğinizi gizlemeye çalışsanız da, yaptıklarınızı ve neden olduklarınızı güzel yüzlerin ardına saklamaya çalışsanız, korku hikayelerini peri masalları gibi satmaya çalışsanız da bizler her gün birebir maruz kaldığımız eril şiddeti ince eleyip sık dokuduğunuz o süslemeler arasından iliklerimize kadar hissediyoruz. Fark ediyoruz, fark ettiriyoruz. Ve gördüğümüz her alanda, şahit olduğumuz her noktada bunu ifşa ederek gözler önüne sermekten çekinmiyoruz.