‘Bir teorim var: 75 kuruşa aldığım bir adet pet şişe suyu 1 liraya işeten illimunatidir!’ derken, ‘teori’ sözcüğünü eşanlamlısı olduğu ‘kuram’ sözcüğünün ilk anlamında (günümüzdeki yaygın anlamında) kullanmış olurum. Oysa bilimsel anlamında teori: ‘ doğa gerçeklerine ve kanunlara dayanarak çıkardığımız, defalarca test edilip doğrulanmış hipotezler bütünü’ dür. Aslında ‘teori’ kelimesi günlük yaşantıda ve bilimde zıt anlamlara gelmiyor; ancak insanlar üzerinde detaylı düşünmedikleri için teorileri yanlış anlıyorlar. Bu farklılığa yol açan, ilk anlamının çarpıklığının süregelmesidir. Şimdi bu ayrımı ve hipotezler ile kanunların teoriler arasındaki yerini açıkça açıklayacağım.
Olgular ve veriler ‘Ne?’ sorusunun cevaplarıdır. Herkes için varolan yalın gerçekler, 1 adet pet şişenin (semtine göre değişse de) ortalama 75 kuruş ve umumi tuvaletlerin ücretli olduğudur. Bunu kimse yanlışlayamaz. Yanıtlamamız gereken asıl sorular bize gerçeklerin sebeplerini ve birbirleriyle olan bağlantılarını veren ‘Neden?’ ve ‘Nasıl?’ dır. Bu soruları sorduğumuzda, cevap olarak ürettiğimiz argümanlara hipotez diyoruz. Dolayısıyla hipotezin kişilerin bilgi birikimlerine bağlı olarak gerçeği yansıtma zorunluluğu yoktur (böylece illuminatili kuram bir teori değil, hipotezdir ve test edilmeden ortaya atıldığı üzere hipotez kolaylıkla yanlışlanabilecek gülünç bir duruma gelir ). Ancak tutarlı bir teori geliştirebilmemiz için hipotezin verilerle, kuracağımız teori arasında bir köprü görevi kurması gerekir. Bundan sonra en önemlisi hipotezlerin tekrarlanabilirliğinin defalarca test edilebilmesidir. Eğer hipotezim için biraz düşünmeye ve test etmeye zamanım olsaydı, ‘üretimin salt kar amacı güdümlenerek yapıldığı ve artı değerin de pazarda satıldığı bir ekonomik sistem olan kapitalizmin herşeyi metalaştırması’ diyerek kendime göre isabetli bir hipotez oluştururdum ve yaşam şartlarının zorlaştığı, vergilerin durmadan arttığı bugünlerde eminim bir çok yoksul vatandaş hipotezimi hergün test ettiği üzere olumlardı. Fakat bir kişinin , bir olaya bakarak yapacağı açıklama, kendi yaşam görüşü ile sınırlı olabilir, bilimin tarafsızlık ilkesini çiğneyebilir yada basitçe gözünden kaçan noktalar olabilir. Bu da teorilerin doğasının zorunlu olarak yanlışlanabilir olması gerektiğini gösterir. Bilimin itici gücü de budur. İşte bilim insanları da önlerine gelen hipotezler için aynısını yaparlar. Argümanların açıklarını bulup düzeltmeye ve geliştirmeye çalışırlar. Dolayısıyla bir teori, farklı bilim insanları onu çürütemediği sürece güç kazanmayı sürdürür.
Peki ya meşhur kanunlarımız? Teorilerin ispatlandıkça kanun olacaklarını ileri süren donanımlı lise öğretmenlerimiz, skolastik düşünce ve eski dönemlerden kalma bu düşünceyi tekrarlamaktadırlar. Halbuki modern bilimde ‘değişmez’ kanunlardan bahsedemeyiz. Newton’un yerçekimi kanununun dahi güneş sistemimizde makro ölçekte geçerli olsa bile; atom altı parçacıklar düzeyinde geçerli olmadığını veya elekromanyetik etkileşimleri açıklayamayacağını biliyoruz. Bu bağlamda şunu net olarak söyleyebiliriz ki, kanunlar ‘Neden’ sorusuna cevap vermezler ancak ve ancak ‘Ne’ yi sorgulayabilirler. Dolayısıyla kanun olarak adlandırdığımız gözlemler bilimsel açıklama açısından eksiktirler ve burada da teorilere ihtiyacımız olur. Teoriler kanunların omuzlarında yükselir ve ulaşabileceği en son nokta halini alır.
Modern bilimin terimlerini öğrenmek, Evrim’i kavrayabilmek için ilk adımdır. Evrim teorisi bir teoridir ve öyle kalacaktır, çünkü hiçbir bilimsel açıklama gibi kütle çekimi gibi, hücre teorisi veya büyük patlama gibi kanun olamaz. Bu durum onun ispatlanmamış veya zayıf bir açıklama olduğu anlamına gelmez. Tam tersine Evrim Kuramı, 2000 yıldan fazla fikirsel, 158 yıldır da bilimsel temeller üzerinde serpilmektedir.