“Gençliği baştan çıkarmak, doğru yoldan ayırmak”, varolan değerlere ve yasalara karşı gelmekle suçlanan Sokrates onu ölüme götüren savunmasında, “İçinizde kimse benden doğrudan başka bir şey beklemesin.” der. Bu felsefenin çağrısıdır: Hakikati araştır, onu her şeyin üzerinde tut ve bunu herkesle birlikte yap. Sokrates de mahkûm edildiği ölüm cezasına rağmen, yaşadığı sürece hiç tereddüt etmeden bu yolda yürüyeceğini söyler: “Elimden geldiğince felsefe ile uğraşmaktan, sizleri buna yöneltmekten, felsefeyi öğretmekten geri durmayacağım”. Çünkü bu yolun anlamını bilen kişi bu yoldan alıkoyamaz kendini. Badiou’ya göre de gerçek yaşamın köklerini bu hakikat arayışında gören kişinin artık parayı, hazları, kariyeri ya da iktidarı yaşamsal bir değer olarak görmesi olası değildir. Öyleyse felsefe, özellikle gençlerin yerleşik değerleri köklü eleştirisi, itaate karşı mücadele etmesi, gerçekliği yeniden yaratması yönündeki çabasıdır. Komünist İdea ile de bir yandan “bugüne dek bütün toplumsal simgeselleştirmelerdeki hiyerarşilere” karşı mücadele, diğer yandan ise gelenekten kopuş ve “otoritelerin yok edilmesinde, kaynakların kolektifleştirilmesinde eşitlikçi bir simgeselleştirmeyi” yaratmak kastedilmektedir. Ne var ki Badiou’nun hiyerarşi ile simgeselleştirme arasında kurduğu ilişkide, hiyerarşik simgeselleştirmelerden eşitlikçi simgeselleştirmelere geçiş argümanı sorunlar içermektedir. Zira simgeselleştirmeler gerçek ilişkilere dayanır. Tersi de doğru olsa da ikisi arasında esas kurucu işlevi toplumsal pratik ilişkiler tesis eder. Öyleyse hiyerarşik simgeselleştirmelerle mücadele, bu simgeselleştirmelerin dayanağı olan gerçek ilişkilerin yerine tüm toplumsal ve doğal ilişki tarzlarının simgeselleştirme üzerinden değil de dolaysız ve özgürce kurulduğu gerçek ilişkilerin üretilmesi ile mümkündür. İşte bu imkâna doğru yeni yollar açması gereken toplumsal kesim; gençliktir.
“Olup bitenden farklı bir şeyin olabileceğine dair işaretlere dikkat kesilmek herkes için, ama özellikle gençler için çok önemlidir. Bu geniş dünyada olup biten her şeyi, eğer dikkatle gözler ve yöntemli bir şekilde tartışırsanız bu işaretleri bulursunuz” (42). Badiou ‘yola çıkmadan ya da yoldan çıkmadan bu işaretleri göremezsiniz’ der. Bu gezginlik, bu yolculuk ya da bu sürgün, gerçek yaşamı aramaya dönük bir çaba içinde kendini keşfetmenin ve kendini yeniden inşanın ifadesidir. Badiou’ya göre, “kapitalizmin gerektirdiği şey, çalışma, ihtiyaç ve tatminlerden oluşan bir yaşamken” ve bu gereklilik zenginlerin yoksullar, yaşlıların gençlik, erkeklerin kadın üzerinde ve başka birçok iktidar biçimlerinin simgeleştirilmesi üzerinden gerçekleştirilirken gençliğin buna karşı geliştireceği eğilim -bunların da bir değeri olsa da- amaçsız bir başkaldırı, saf isyan ya da nihilist bir ayaklanma değil, “örgütlü hakimiyetin” inşasıdır. Badiou, burada imha ile inşayı birlikte edimselleştirecek olanın gençler olduğunu yineler.
Şimdilerde huzursuzluk, güvensizlik ya da başıboşluk gençliğin ortak özelliği iken bu durumun yarattığı gelenekten kopuşun “yeni bir gerçek yaşam fikri” ile birlikte yaşanmadığı sürece gerçek bir özgürleşme yaratamayacağını söyleyen Badiou’ya göre, ancak böylesi bir amaç gençlere kendilerinde “o âna dek bilmediği bir kapasiteye sahip olduğunu” keşfettirebilir: “İnşa ettiklerinizden vazgeçmeyi bilmeniz gerekir, çünkü başka bir şey sizi gerçek yaşama çağırmaktadır. Gerçek yaşam, günümüzde, piyasa yansızlığının ve eski hiyerarşik ideaların ötesinde yer alır” (44). Kuşkusuz gerçek yaşamı arama, gerçek yaşamı inşa etme süreci mevcut kapasitelerimizi keşfetmek kadar kendimizde yeni kapasiteler geliştirmemizi ve bunu kolektif düzeyde yapmamızı da gerekli kılıyor. İşte felsefe bize bu keşfin olanaklarını temin ediyor.
“Gerçek Yaşam” kitabında birçok hiyerarşi biçimiyle ve bunların simgeselleştirilmiş tahakkümüyle mücadele etme gücünün ve yeteneğinin esas olarak gençlerde olduğunu vurgulayan Badiou, bunlardan biri olarak yaşlılar ile gençler arasındaki hiyerarşiyi, bu hiyerarşinin erkek ve kız çocuklar arasında nasıl farklı biçimlerde ama aynı yabancılaşmış yazgıya neden olduğunu ayrıntılı biçimde ele alarak örnekliyor. Bu yazgıya karşı çıkmak için ise toplumsal yaşamın birçok alanında kurucu bir yere sahip olan “zengin ve yoksul, kadın ve erkek, genç ve yaşlı” gibi ayrımlarla mücadele etmenin gençliğin kendini ve gerçek yaşamı keşfetmesi açısından elzem olduğuna işaret ediliyor. Ne var ki dünyayı değiştirecek ve güzelleştirecek gücün, bu keşfin tüm insanlığı kuşatacak devrimlerle birlikte büyümesi ile açığa çıkacağı söylenebilir. Dahası bu güç, -Badiou’nun söylediği gibi- simgelere karşı simgelerle değil hiyerarşik ve tahakkümcü simgelere karşı hakikati ve gerçek yaşamı savunarak ve bu uğurda yoldan çıkarak edimselleşebilir. Öyleyse Badiou aracılığıyla Rimbaud’a kulak verelim:
“Yine de uyanış bu. İçimize dolan gücü ve gerçek sevecenliği kabullenelim bütünüyle. Ve şafak vaktinde, ateşli bir sabırla silahlanmış, gireceğiz görkemli şehirlere.”
*Bu yazı ilk olarak Aylık Siyasi Dergi Komite’nin ikinci sayısında yayımlanmıştır.